23 Mayıs 2018 Çarşamba

DOLARIN DURDURULAMAYAN YÜKSELİŞİ



Atalarımız boşa dememiş, “Perşembenin gelişi Çarşambadan belli olur” diye veya “Ayağını yorganına göre uzat” diye.  Son günlerde doların önü bir türlü alınamıyor, Merkez Bankası’nın yaptığı müdahalelerde ne yazık ki doların yükselişine engel olamıyor. Seçim şartlarının da etkisiyle dolar çoktan 4.500 geçti, 6.000 liraya doğru hızlı bir şekilde ilerliyor. Bu artışın arkasında bazı güçlerinde etkisi var mı bilinmez ama ülkemizi yönetenlerinde iyi bir şekilde ekonomiyi yönetemedikleri açıkça ortada. 

Hazine verilerine göre 2017 yılı itibari ile dış borcun bir önceki seneye göre milli gelire göre % 12.1 oranında artarak 453. 2 milyar dolar oranında artmış. Ve dış borç stokunun milli gelire göre  oranı %  53.3 şeklinde gerçekleşmiş. Yani dış borcumuz milli gelirimizin yarısını aşmış görünüyor.  Dış borcun bu kadar çok artması, ithalatımızın çok fazla olduğunu ve ihracatımızın gittikçe düştüğünü gösteriyor. Açıkçası artık üretemeyen, tüketen bir toplum durumuna dönmüş durumdayız. Atatürk’ ün Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda koyduğu hedeflerden şaşmış durumdayız. Peki, ne değişti de üreten bir toplumdan, neden tüketen bir topluma dönüştük? Bunda ülkeyi yöneten siyasetçilerin rolü nedir? 

Bir dönem tarımda kendi kendine yetebilen sayılı ülkelerden biri durumunda olan Türkiye artık tarımda da dışa bağımlı bir hale gelmiştir. Tarımda uygulanan yanlış politikalar ve makineleşme tarım sektöründe yer alan kalifiye iş gücünün giderek düşmesine ve köylünün köyden kente göçerek tüketici hale dönüşmesiyle tarımdaki üretimin düşmesine yol açmıştır. Ayrıca yine hayvancılığın destekleneceği yerde kösteklenmesi, birçok mera alanının ranta kurban edilmesi de bu sektörde üretimin giderek düşmesine ve dışa bağımlı hale gelmemize yol açmıştır. Yanlış politikalara en güzel örnek yakın tarihimizde devlete bağlı birçok tekel fabrikasının özelleştirilmesi sonucu bu fabrikaları alanların Türk tütünü yerine dışarıdan ithal ettikleri tütünü kullanmaları, tütün üretiminin neredeyse yok olmasına sebep olmuştur. Yine son zamanlarda pancar üzerine oynanan oyunlar sonucu dışarıdan ithal edilen nişasta bazlı glikoza mahkûm edilmemiz ve şeker fabrikalarının birer birer satılması da tarım sektörüne büyük bir darbe vurmuştur.  

Çiftçiye vaad edilen mazot fiyatlarının uygulanmaması, yem ve gübre fiyatlarının düşürülememesi de Türk tarımının ölmesine yol açmış, bunun sonucu olarak samanı dahi ithal eder duruma düşmüşüzdür. Devletin üreticiye vereceği desteği esirgemesi ve ithalat işiyle uğraşanların dışarıdan çok ucuza alıp yurt içinde yaptıkları satışlar ile tatlı bir kar elde etmeleri ithalatı daha da artırmıştır. Devletin de buna önlem almamış olması, tarım ürünlerine uygulanan ithalat vergilerinin yeteri kadar uygulanamaması ve bazı siyasi çıkarların ön plana çıkması da ithalatın önünü daha da açmıştır. 

Gelelim imar rantına. Bu ülkede kolay kazanmanın en güzel yolu siyası istimrar üzerine kurulmuş olan imar rantıdır. Başta İstanbul olmak üzere dağı taşı betonlarla doldurduk. Her önüne gelen yandaş müteahhitler için plansız bir şekilde ülkenin bir çok yerinde projeler oluşturduk ki onlar, dolayısı ile siyasetçiler kazansın diye. Özellikle belediyeler bu konuda har vurup harman savurarak ha bire dışarıdan borçlanarak ülkemizin borç yükünü daha da artırdılar. 

Yine ülkenin birçok yerinde bulunan madenlerimiz, ormanlarımızı ve yaşam alanlarımızı yok etme pahasına da olsa, bu işi bilen bilmeyen herkese peş keş çekildi. İki kepçe üç beş kamyon ile çıkarttıkları madenlerimizi yok pahasına işlemeden dış ülkelere pazarladılar. Birilerinin kolay para kazanması için yok edilen MTA ve Etibank gibi kurumlarımızın madenleri işleyerek yurt dışına satarken, bu gün kolay para peşinde koşan bir takım iş adamlarının sattıkları madenlerimizi geri işlenmiş olarak daha pahalıya satın alıyor ve dış borç yükümüzü daha da artırıyoruz.  

Devlet kurumlarının gereksiz harcamaları, şaşalı bir şekilde bakanlara, müsteşarlara, üst düzey yöneticilere valilere alınan milyon liralık araçlar ve bunların masrafları, buna benzer koruma, koruma aracı harcamaları bu milletin sırtına yük olmuştur.  Halkın kredi kullanımının kolaylaştırılarak harcamaya yöneltilmesi, kolay kredi çekilmesi, kolay teşvik verilmesi ve teşviklerin amaçları dışında kullanılması kambur üzerine kambur getirmiştir. Geri dönüşünün nasıl olacağı düşünülmeden bu kadar kolay harcanan paralar ithalatı daha da artırmış, her köşe başında telefon bayilerinin açılmasına yol açmış. İthal teknoloji patlaması yaşanmıştır. Bir aile 7 sinden 70’ine kadar neredeyse ev içerisinde dahi telefonla haberleşir olmuştur. Birçok ailede karı koca ayrı ayrı işte çalışıyorsa her ikisi de araç sahibi olmuş, dolayısıyla dolar ile aldığımız petrolde artış olmuş, böylelikle lüks tüketim gittikçe artmıştır. Bu şekilde yaşamayı tabi ki her millet ister fakat biz üretmeden tüketebilen bir toplum olarak dışarıya daha bağımlı hale gelmişiz. 

Tüm bunların yanı sıra hiçbir ülkenin kabul etmediği ve ülkelerine dönmeyi düşünmeyen resmi rakamlardan daha fazla olduğu düşünülen 5 milyona yakın Suriyelinin devlet ve millet üzerindeki yükü de ateşe benzin dökmektedir.  

Seçim yaklaştıkça ne koparabilirsek kısa günün karı diyerek bol keseden hesapsızca dağıtılan vaatler ve paralarda ekonomiye oldukça ağır yükler getirmektedir. Bu şekilde artan iç ve dış borçlar doların durdurulamaz yükselişine neden olmaktadır. Kısacası ekonomiyi bir eşeğe benzetirsek eşeğimizi sağlam kazığa bağlamadık ve bu kervanın yükü hiç bitmeyecekmiş gibi har vurup harman savurduk. 

Hasan Yüksel



Hiç yorum yok: