22 Ocak 2023 Pazar

LOS ANGELES GÜNEY KALİFORNİYA ÜNİVERSİTESİ ARŞİVLERİNDE KAYSERİ 1891

 Bir çok kişinin ilk defa göreceği güzel bir Kayseri fotoğraf arşivi. İki Amerikalı arkadaş bisiklet ile dünyada ilk sayılabilecek bir Dünya turuna çıkarlar. 1890-1893 yılları arasında çıktıkları bu turda Anadolu'da rotalarındadır. 24 bin kilometrelik yol boyunca 1200'e yakın fotoğraf çekerler. 1891 yılında uğradıkları Kayseri'de Kodak marka fotoğraf makinası ile bir kısım fotoğraf çekerler ve halkla muhabbet halinde olurlar. Bu yolculukları boyunca kullandıkları bisiklet ve fotoğraf makinası ömürlerinde hiç teknoloji görmemiş olan halkın da ilgisini oldukça çekmiştir. Açıklamalar fotoğrafların altındadır. Hasan Yüksel

Pazarda oya, elişi satan Kayserili kadınlar 23 Nisan 1891. Kadınların üzerindeki çar bürümcükler dikkat çekmektedir. 1970'lere kadar kullanılan bürümcüklere "makarna çar" adı da verilmektedir.
 
Ali Cafer Kümbeti

Ankara ile Kayseri arasındaki bir mezarlıkta ölen akrabalarının mezarlarında dua eden ve ağlayan Türk kadınları, Türkiye, 1891

Bir Ermeni okulundaki öğrencilerin ve bir öğretmenin iç görünüşü, Kayseri, Türkiye, 1891

Erciyes Dağı'na doğru manzara, Kayseri-Talas civarı, Türkiye, 1891

Güneybatıdan Kayseri Kalesi, Kayseri, Türkiye, 1891

Hunat Hatun Camii Kapısı, Hunat Hatun Külliyesi, Kayseri, Türkiye, 1891

Kayseri de bir çiftçi

Kayseri Kalesi Duvarı, Kayseri, Turkiye, 1891

Kayseri'de şehrin eteklerindeki küçük bir derede çamaşır yıkayan Türk kadını 23 Nisan 1891

Kayseri'nin batısındaki antik Roma hamamı kalıntıları, Türkiye, 1891

Kayseri, Türkiye'de kimliği belirsiz bir binanın dışındaki iki küçük insan grubunun görünümü çizim haline getirilmiş. . Sol arka planda bir minare görülebilir. Kaynak bilinmiyor.

Mezarlıktan görülen Kurşunlu Camii, Kayseri, Türkiye, 1891- Hasan Yüksel

Mutasarrıf sarayının yakınındaki bir sokağa bakış, Kayseri, Türkiye, 1891

Surp Krikor Lusavoriç Ermeni Kilisesi, ana giriş, Kayseri, Türkiye, 1891

Sırçalı Kümbet (tomb), Kayseri, Turkey, 1891

Surp Krikor Lusavoriç Ermeni Kilisesi'nin çatısından genel bakış, Kayseri, Türkiye, 1891

Şehrin batısında hacıların ibadet etmeye geldikleri kutsal yer, Kilise ve Cami bir arada Kayseri, Türkiye, 1891 Battalgazi

Kayseri şehir surlarının yakınında toplananlar 23 Nisan 1891

Kayseri Pazar caddesinde ekmek yiyen iki adam 23 Nisan 1891

Kayseri'den Sivas'a giden yol boyunca kaya taşıyan öküz takımları, Türkiye, 1891

Zeynel Abidin Türbesi Nisan 1891 Kaliforniya Üniversitesi, Los Angeles. Kütüphane Özel Koleksiyonu


Zeynel Abidin Türbesi Nisan 1891 Kaliforniya Üniversitesi, Los Angeles. Kütüphane Özel Koleksiyonu
iki Amerikalı arkadaş bisiklet ile çıktıkları dünya turunda uğradıkları Kayseri'deler. Bisiklet ile yaptıkları gezi sırasında toplanmış meraklı bir kalabalığın önünde bisiklete binmeye hazırlanıyorlar. Kayseri, Türkiye, 1891- Hasan Yüksel

İki Amerikalı arkadaşın bisiklet ile çıktıkları dünya turunda uğradıkları Kayseri'de Sultanhanı Kervansarayındalar 1891

İki Amerikalı arkadaşın bisiklet ile çıktıkları dünya turunda uğradıkları Kayseri'de Sultanhanı Kervansarayındalar 1891

İki Amerikalı arkadaşın bisiklet ile çıktıkları dünya turunda Kayseri' ye ulaşmadan bir gün önce Kızılırmak kıyısında bisikletleri ilerlerken, 1891

Kayseri Kalesi, Kayseri, Türkiye 1891






2 Ocak 2023 Pazartesi

KAYSERİ'NİN İLK MÜZESİ

Kayseri bir zamanlar arkeoloji müzesi olarak kullanılan Hunat Hatun Medresesi 1930

1900’lerin başında Müze-i Hümâyun (İstanbul Arkeoloji Müzeleri) Müdürü Osman Hamdi Bey’in genelgesiyle tüm Kayseri genelinde bulunan tarihi eserler toplanması işlemine başlanmıştır. Tarihi eserlerin toplanmasında önceleri gazeteci Ahmed Nazif Bey’in, Cumhuriyet döneminin başlarında Nuh Mehmed Turan'ın sorumluluğunda toplanan bu eserler ilk önceleri Kayseri Lisesi’nde depo edilmiştir. Alman arkeolog  Hans Henning Von Der Osten'e kronolojik tarihleme ve tasnif yapmasıyla, toplanan bu eserlerin sergileneceği yer olarak Hunat Hatun Medresesi belirlenmiş ve müze olarak düzenlenmiştir.  Toplanan tarihî eserler, 1930’da Huand Hatun Medresesi’ne nakledilen eserler 1938 yılında da halkın ziyaretine açıldı. 1969 yılına kadar Kayseri Müzesi Müdürlüğü adı altında hizmet veren müze o yıl iki kısma ayrılarak etnografta ve arkeoloji bölümleri oluşturuldu.  1969 yılında arkeolojik eserler Gültepe’de inşa edilen modern binaya taşınırken medresede yalnız etnografik eserler bırakıldı.
Fotoğralar 1930 yılında çekilmiştir. 
Hasan Yüksel

Hunat Hatun Medresesi içerisinde yer alan Kayseri Müzesi Arkeoloji bölümü 1930

Hunat Hatun Medresesi içerisinde yer alan Kayseri Müzesi Arkeoloji bölümü 1930

1928 yılında Kayseri lisesinde toplanıp Kayseri Müzesine taşınmayı bekleyen Mezar taşları.

1930 yılında tamamlanan Hunat Hatun Medresesi içerinde yer alan Kayseri Müzesi arkeoloji bölümünde sergilenen mezar taşları.

Kayseri Müzesinde bir hiyeroglif  1930

Kayseri Müzesinde bir hiyeroglif  1930

Hunat Hatun Medresesi içerisinde yer alan Kayseri Müzesi Etnografya bölümü giyim kuşam ve el işlemeleri 1930

Hunat Hatun Medresesi içerisinde yer alan Kayseri Müzesi Arkeoloji bölümü seramik eserler 1930



Hunat Hatun Medresesi içerisinde yer alan Kayseri Müzesi Arkeoloji bölümü 1930

Hunat Hatun Medresesi içerisinde yer alan Kayseri Müzesi Arkeoloji bölümünde bir lahit 1930

Hunat Hatun Medresesi içerisinde yer alan Kayseri Müzesi Arkeoloji bölümünde bir mumya 1930

1 Ocak 2023 Pazar

ANADOLU'NUN KÜLTÜR ABİDELERİ RECEP ALEMDAR

 

         Bizim oralarda, “Neyleyim dünyanın bolluğunu, ayakkabın dar olduktan sonra,” diye bir söz vardır. Aslında bu terim yeteneğinin farkına varılmayan, bilinip göz ardı edilen, kıskanılıp ön plana çıkarılmak istenmeyen, üstün vasıflı insanların durumlarını anlatan bir kitabın özeti gibidir. Adeta Recep Alemdar'la birebir örtüşmektedir. Ne yazık ki çocukluğundan beri hayata eksilerle başlamak zorunda olan bu güzide ses ve söz sanatçımız gerekli ortamı bulamamıştır. Taşkın, devasa ırmaklar, okyanuslarda enine boyuna kulaç atıp hak ettiği yerlere ulaşamamış, dar görüşlü insanların etrafını kirlettiği küçük göletler içerisine sıkışıp kalmıştır. 

             1954 yılında Himmetdede Köyü‟nde hayata merhaba dediğinde daha altı aylıkken ana- baba ayrılığı olmuş, üç yaşına kadar halalarının keçi sütüyle besleyerek büyütmeye çalıştıkları Recep, o yıllarda babasının yeni evlenmiş olduğu kadına emanet edilmiştir. Allah‟tan insaflı bir kadın olan analığı tarafından öz evladı kıvamında büyütülmeye başlanmış, ancak altı yaşına geldiğinde öz annesinin başkası olduğunu anlayabilmiştir.  Orman müdürlüğünde çalışmakta olan babası oğlunu okutmak için her türlü desteği vermiş olsa da düzenli bir eğitim imkânı bulamamıştır. Bir ara İstanbul'da yaşamakta olan öz annesinin yanına gitmiş, ortamı beğenmeyip geri doğduğu topraklara dönmüş, bir defa annesi tarafından kaçırılıp İstanbul'da okutulmak istense de ortama uyum sağlayamamıştır. Kayseri- İstanbul arasında  4 mekik dokumaktan usanmış, okul hayatını aksatmaya başlamıştır.  Bulunduğu her ortamda sesinin güzelliği ile dikkat çeken Recep okul müsamerelerinin, arkadaş ortamlarının aranılan genci halin gelmiş, maceralı bir ehliyet alma olayından sonra Kayseri-Ankara arasında muavinlik, şoförlük yaparken yolcular özellikle onun bulunduğu arabaya binerek söyleyeceği türküleri merakla bekler hale gelmişlerdir. Düzenli bir işi olmadığından zaman zaman çay bahçelerinde garsonluk yapmaya başlar. O zamanlar yaz aylarında fuar alanında kurulan gazinolarda tavsiye üzerine dışarıdan gelen sanatçıların yanında sahne alır.  Sesini ve yorumunu çok beğendikleri bu genç Anadolu çocuğunun elinden tutmazlar. Belki de ileride kendilerine rakip olabileceğini düşünürler. O tarihlerde Türkiye'nim müzik piyasasına “Unkapanı” hakimdir. Unkapanı adeta bir “Kurtkapanı” na dönüşmüştür. Belirli guruplar tarafından parsellenen bu yerde hemşericilik ve para ön plana çıkmaktadır. Tanınmak, şöhret olabilmek, reklamını yaptırabilmek için aranan bu şartların ikisi de Recep'te yoktur. İşleri güçleri, servetlerine servet katmak olan İstanbul'daki Kayserili zenginler de bu genç hemşerilerine yardımcı olmazlar. Böyle olmasına rağmen beş adet kaset çıkarmayı başarır ama reklamı, tanıtımı iyi yapılmadığından söylediği türküleri birkaç Anadolu vilayetinden başka yerlerde fazla dinleyeni olmaz. Arada bir misafir sanatçı olarak çıkarıldığı televizyon programlarında sürekli olarak yer bulamaz.  Gençtir, yakışıklıdır. Elbette âşık olduğu bulutlara söylediği dertli türküleriyle, Kızılırmak‟ın sellerinin akışına bırakıp bilinmez diyarlara gönderdiği dizeleriyle sevdasını dile de getirmiştir. Duyan olmuş mudur, karşılık bulmuş mudur orası bilinmez. Lakin askerlik sonrası evlenip, evini yuvasını kurar. Aile geçindirmek zordur. Emaye ve çelik ürünleri üreten bir fabrikaya işçi olarak girer. İki erkek evladı olur. Geçim yükü ağırlaşmıştır. Boş zamanlarında seyyar köftecilik de yapmaya başlar. Sempatik ve mütevazı bir köfteci olan Recep‟in müşterileri genellikle sanatsever, müzik tutkunu insanlardır. Onun leziz köftelerinden tatmanın yanı sıra sesinden türküler dinlemek için de sıraya girerler. Düğünlerde kimseyi kırmaz. Özellikle garibanların mutlu günlerinde sahne alıp insanları coşturur. Çoğunluğundan ücret bile almaz.  İçindeki müzik ve eğitim sevdası hiç körlenmemiş, aksine daha da alevlenmiştir. Bu sebepten bağlama çalmayı öğrenir, besteler ve derlemeler yapar. Çok zor şartlarda eğitimini ön lisans seviyesine kadar ilerletip okumaya, kendini geliştirmeye başlar. 

            Nihayet emekli olup zamanını genişlettiğinde profesyonel olarak hayallerini geçekleştirmek için harekete geçer. İki adet düğün salonu açıp işletmesini yapmaya çalışır. Lakin ticaret adamı değildir. Hesap, kitap bünyesine fazla oturmaz. Bir ara belediye konservatuarında öğrencilere danışmanlık ve öğretmenlik yapar. Bu işi çok sever ama onun da kendine göre engelleri ve zorlukları vardır.  Hiçbir STK ve yerel yönetimden destek göremez. Zira bizim insanımıza ekonominin sanat ile aynı anda gelişebileceği, sanatçılarına sahip çıkmayan şehirlerin gelişmelerinin mümkün olamayacağını anlatmak, betonu iğne ile kazmaya çalışmak kadar zordur. Her nedense kendini insanının, değerlerinin kıymeti de fazla bilinmez. Yıllardır “Sen, ben, bizim oğlan” mantığıyla yönetilen yerel idareler kültür ve sanata ayırdıkları payları, dışarıdan getirdikleri çoğunluğu yeteneksiz, sıradan şair, yazar, ses sanatçılarına harcarlar. Önemli organizasyonlarda, konserlerde Recep Alemdar gibi Anadolu'nun nadide bir sesi yer bulamaz. Bu durum hem kendisini hem de sevenlerini üzer ve düşündürür. Bu şehrin insanlarının tamamı aynı lokantadan yemek yemek, aynı mahallede oturmak, aynı sokaklarda yürümek, aynı, aynı bakkaldan alışveriş etmek, aynı şeylere üzülüp sevinmek, aynı kitapları okumak, aynı kuyuya taş atmak zorunda değiller ki… Aynı bayrak altında yaşamamız, ülkemizi milletimizi sevmemiz, aynı milletten olmamız yetmiyor mu? Başka illerde yıldızları parlatılıp tanıtımları yapılarak ülke müzik piyasasına oturtulan müzisyenler gibi bizimkilerin önü neden açılmaz? Seyrani Baba, Ahmet Gazi Ayhan gibi değerlerimizin bile sonradan farkına vardığımız için kültürümüz yerinde saymaya devam etmektedir. Başka yerlerde olsaydı doğduğu köyün en dikkat çeken yerine kocaman bir kabartma resmi yapılarak, altına “Recep ALEMDAR” bu köyde doğdu yazdırılırdı. Villalarda, köşklerde yaşatılırdı.  Kim bilir böyle müstesna bir kişilik ve sese sahip olabilecek başka ses sanatçısı kaç sene sonra çıkabilecek bu topraklardan. Lakin Recep umutludur. Hiç hayallerinin üzerini kara bulutlarla örtmeyi düşünmemiştir. O doğuştan yeteneklidir. Sesi Allah vergisidir. Torunu Nehir Nisa ALEMDAR‟ ın Dünya çello birincisi olması ailesin de bu yeteneğin ispatıdır. Yani, armut dibine düşmüştür. 

               Ben onu Kayseri Lisesi'nin önündeki ulu çınarlara benzetiyorum. Gölgesinde birçok genç yeteneği barındırıp önlerini açmaya hazır vaziyette bekleyen, çevremizdeki müzisyenleri, aşıkları, saz ve söz üstatlarını toparlayıp yön verecek, ilimize ve Türk kültürüne önemli katkılar yapabilecek bir değer. Yeter ki fırsat verilip imkân tanınsın…  Henüz vakit geçmiş değil, böyle bir değerimizin verimlilik zamanında kıymetini  bilip, tecrübelerinden, yeteneğinden yaralanma zamanı. Zira o hiçbir zaman karamsarlığa, umutsuzluğa kapılmadan iyi niyetli, güzel çalışmalarıyla ellerini yıldızlara uzatmaya devam ediyor. Belki yıldızları yakalaması mümkün olmayacak ama şahsen ben Ay Dedeyi tutacağına inanıyorum. Bu sebepten kendisinden yeni çalışmalarla Anadolu‟nun sesini daha da yükseltmesini bekliyoruz. Allah şahsına, ailesine, sevdiklerine uzun ömürler versin… Yolu bahtı açık olsun… İyi ki varsın Recep ALEMDAR… 

Abdullah AYATA - Çıngı 65. Sayı