Bizim oralarda, “Neyleyim dünyanın bolluğunu, ayakkabın dar olduktan sonra,” diye bir söz vardır. Aslında bu terim yeteneğinin farkına varılmayan, bilinip göz ardı edilen, kıskanılıp ön plana çıkarılmak istenmeyen, üstün vasıflı insanların durumlarını anlatan bir kitabın özeti gibidir. Adeta Recep Alemdar'la birebir örtüşmektedir. Ne yazık ki çocukluğundan beri hayata eksilerle başlamak zorunda olan bu güzide ses ve söz sanatçımız gerekli ortamı bulamamıştır. Taşkın, devasa ırmaklar, okyanuslarda enine boyuna kulaç atıp hak ettiği yerlere ulaşamamış, dar görüşlü insanların etrafını kirlettiği küçük göletler içerisine sıkışıp kalmıştır.
1954 yılında Himmetdede Köyü‟nde hayata merhaba dediğinde daha altı aylıkken ana- baba ayrılığı olmuş, üç yaşına kadar halalarının keçi sütüyle besleyerek büyütmeye çalıştıkları Recep, o yıllarda babasının yeni evlenmiş olduğu kadına emanet edilmiştir. Allah‟tan insaflı bir kadın olan analığı tarafından öz evladı kıvamında büyütülmeye başlanmış, ancak altı yaşına geldiğinde öz annesinin başkası olduğunu anlayabilmiştir. Orman müdürlüğünde çalışmakta olan babası oğlunu okutmak için her türlü desteği vermiş olsa da düzenli bir eğitim imkânı bulamamıştır. Bir ara İstanbul'da yaşamakta olan öz annesinin yanına gitmiş, ortamı beğenmeyip geri doğduğu topraklara dönmüş, bir defa annesi tarafından kaçırılıp İstanbul'da okutulmak istense de ortama uyum sağlayamamıştır. Kayseri- İstanbul arasında 4 mekik dokumaktan usanmış, okul hayatını aksatmaya başlamıştır. Bulunduğu her ortamda sesinin güzelliği ile dikkat çeken Recep okul müsamerelerinin, arkadaş ortamlarının aranılan genci halin gelmiş, maceralı bir ehliyet alma olayından sonra Kayseri-Ankara arasında muavinlik, şoförlük yaparken yolcular özellikle onun bulunduğu arabaya binerek söyleyeceği türküleri merakla bekler hale gelmişlerdir. Düzenli bir işi olmadığından zaman zaman çay bahçelerinde garsonluk yapmaya başlar. O zamanlar yaz aylarında fuar alanında kurulan gazinolarda tavsiye üzerine dışarıdan gelen sanatçıların yanında sahne alır. Sesini ve yorumunu çok beğendikleri bu genç Anadolu çocuğunun elinden tutmazlar. Belki de ileride kendilerine rakip olabileceğini düşünürler. O tarihlerde Türkiye'nim müzik piyasasına “Unkapanı” hakimdir. Unkapanı adeta bir “Kurtkapanı” na dönüşmüştür. Belirli guruplar tarafından parsellenen bu yerde hemşericilik ve para ön plana çıkmaktadır. Tanınmak, şöhret olabilmek, reklamını yaptırabilmek için aranan bu şartların ikisi de Recep'te yoktur. İşleri güçleri, servetlerine servet katmak olan İstanbul'daki Kayserili zenginler de bu genç hemşerilerine yardımcı olmazlar. Böyle olmasına rağmen beş adet kaset çıkarmayı başarır ama reklamı, tanıtımı iyi yapılmadığından söylediği türküleri birkaç Anadolu vilayetinden başka yerlerde fazla dinleyeni olmaz. Arada bir misafir sanatçı olarak çıkarıldığı televizyon programlarında sürekli olarak yer bulamaz. Gençtir, yakışıklıdır. Elbette âşık olduğu bulutlara söylediği dertli türküleriyle, Kızılırmak‟ın sellerinin akışına bırakıp bilinmez diyarlara gönderdiği dizeleriyle sevdasını dile de getirmiştir. Duyan olmuş mudur, karşılık bulmuş mudur orası bilinmez. Lakin askerlik sonrası evlenip, evini yuvasını kurar. Aile geçindirmek zordur. Emaye ve çelik ürünleri üreten bir fabrikaya işçi olarak girer. İki erkek evladı olur. Geçim yükü ağırlaşmıştır. Boş zamanlarında seyyar köftecilik de yapmaya başlar. Sempatik ve mütevazı bir köfteci olan Recep‟in müşterileri genellikle sanatsever, müzik tutkunu insanlardır. Onun leziz köftelerinden tatmanın yanı sıra sesinden türküler dinlemek için de sıraya girerler. Düğünlerde kimseyi kırmaz. Özellikle garibanların mutlu günlerinde sahne alıp insanları coşturur. Çoğunluğundan ücret bile almaz. İçindeki müzik ve eğitim sevdası hiç körlenmemiş, aksine daha da alevlenmiştir. Bu sebepten bağlama çalmayı öğrenir, besteler ve derlemeler yapar. Çok zor şartlarda eğitimini ön lisans seviyesine kadar ilerletip okumaya, kendini geliştirmeye başlar.
Nihayet emekli olup zamanını genişlettiğinde profesyonel olarak hayallerini geçekleştirmek için harekete geçer. İki adet düğün salonu açıp işletmesini yapmaya çalışır. Lakin ticaret adamı değildir. Hesap, kitap bünyesine fazla oturmaz. Bir ara belediye konservatuarında öğrencilere danışmanlık ve öğretmenlik yapar. Bu işi çok sever ama onun da kendine göre engelleri ve zorlukları vardır. Hiçbir STK ve yerel yönetimden destek göremez. Zira bizim insanımıza ekonominin sanat ile aynı anda gelişebileceği, sanatçılarına sahip çıkmayan şehirlerin gelişmelerinin mümkün olamayacağını anlatmak, betonu iğne ile kazmaya çalışmak kadar zordur. Her nedense kendini insanının, değerlerinin kıymeti de fazla bilinmez. Yıllardır “Sen, ben, bizim oğlan” mantığıyla yönetilen yerel idareler kültür ve sanata ayırdıkları payları, dışarıdan getirdikleri çoğunluğu yeteneksiz, sıradan şair, yazar, ses sanatçılarına harcarlar. Önemli organizasyonlarda, konserlerde Recep Alemdar gibi Anadolu'nun nadide bir sesi yer bulamaz. Bu durum hem kendisini hem de sevenlerini üzer ve düşündürür. Bu şehrin insanlarının tamamı aynı lokantadan yemek yemek, aynı mahallede oturmak, aynı sokaklarda yürümek, aynı, aynı bakkaldan alışveriş etmek, aynı şeylere üzülüp sevinmek, aynı kitapları okumak, aynı kuyuya taş atmak zorunda değiller ki… Aynı bayrak altında yaşamamız, ülkemizi milletimizi sevmemiz, aynı milletten olmamız yetmiyor mu? Başka illerde yıldızları parlatılıp tanıtımları yapılarak ülke müzik piyasasına oturtulan müzisyenler gibi bizimkilerin önü neden açılmaz? Seyrani Baba, Ahmet Gazi Ayhan gibi değerlerimizin bile sonradan farkına vardığımız için kültürümüz yerinde saymaya devam etmektedir. Başka yerlerde olsaydı doğduğu köyün en dikkat çeken yerine kocaman bir kabartma resmi yapılarak, altına “Recep ALEMDAR” bu köyde doğdu yazdırılırdı. Villalarda, köşklerde yaşatılırdı. Kim bilir böyle müstesna bir kişilik ve sese sahip olabilecek başka ses sanatçısı kaç sene sonra çıkabilecek bu topraklardan. Lakin Recep umutludur. Hiç hayallerinin üzerini kara bulutlarla örtmeyi düşünmemiştir. O doğuştan yeteneklidir. Sesi Allah vergisidir. Torunu Nehir Nisa ALEMDAR‟ ın Dünya çello birincisi olması ailesin de bu yeteneğin ispatıdır. Yani, armut dibine düşmüştür.
Ben onu Kayseri Lisesi'nin önündeki ulu çınarlara benzetiyorum. Gölgesinde birçok genç yeteneği barındırıp önlerini açmaya hazır vaziyette bekleyen, çevremizdeki müzisyenleri, aşıkları, saz ve söz üstatlarını toparlayıp yön verecek, ilimize ve Türk kültürüne önemli katkılar yapabilecek bir değer. Yeter ki fırsat verilip imkân tanınsın… Henüz vakit geçmiş değil, böyle bir değerimizin verimlilik zamanında kıymetini bilip, tecrübelerinden, yeteneğinden yaralanma zamanı. Zira o hiçbir zaman karamsarlığa, umutsuzluğa kapılmadan iyi niyetli, güzel çalışmalarıyla ellerini yıldızlara uzatmaya devam ediyor. Belki yıldızları yakalaması mümkün olmayacak ama şahsen ben Ay Dedeyi tutacağına inanıyorum. Bu sebepten kendisinden yeni çalışmalarla Anadolu‟nun sesini daha da yükseltmesini bekliyoruz. Allah şahsına, ailesine, sevdiklerine uzun ömürler versin… Yolu bahtı açık olsun… İyi ki varsın Recep ALEMDAR…
Abdullah AYATA - Çıngı 65. Sayı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder