29 Aralık 2013 Pazar

COŞKUN ERTEPINAR

Coşkun Ertepınar, (d. 1914 - ö. 9 Ağustos 2005) Türk şair, eğitimci.

1914 yılında Kayseri'nin Erkilet bucağında dünyaya gelen Ertepınar'ın babası I.Dünya savaşında şehit düşmüştü. İlkokulu Kayseri, Erkilet'de, Ortaokulu Kayseri ve Sivas'ta tamamladı. 1932’de Sivas Erkek Öğretmen Okulu’nu bitirip  bir süre ilkokul öğretmenliği yaptı. 1937’de Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Edebiyat Bölümü’nü bitirdi.  Yüksek okulu bitirdikten sonra Malatya Lisesi ve Şebinkarahisar Ortaokulu'nda  Türkçe öğretmeni olarak çalıştı. Şebinkarahisar’da görev yaparken evlendi. Ortaokul müdürlüğü, Mili Eğitim Bakanlığı Ortaöğretim Şube Müdürlüğü görevlerinde bulundu. Meslek hayatının 18 yılı okul müdürlüklerinde geçti. 1956′dan sonra bakanlık merkez teşkilatında görev aldı. Halk Eğitim Genel Müdürlüğü, müfettişlik yaptı. Bakanlık baş müşavirliğinden emekli oldu. 1968’de Halk Eğitim Genel Müdürü oldu. Bakanlık müşavirliği yaptı. 9 Ağustos 2005 tarihinde Ankara'da vefat etti. Bir kızı bir oglu ve üç torunu vardır. 

Coşkun Ertepınar, on dokuz şiir kitabı yayımladı. Şiire kendini samimi duygularla vermiş olan Ertepınar, sade ve temiz bir Türkçe, uslup güzelliği ve bütünlük içindeki gösterişten uzak mısralarında, insan sevgisi, barış ve güzellikleri dile getirmiştir. İnce ve lirizm yüklü bir söyleyişi vardır.  Aşırı soyutlamalara da kaçmadan şiirlerini kaleme alan şairin özellikle çocuklar için yazdığı şiirleri de bulunmaktadır.

İlk şiiri 1930’da Muhit dergisinde D.Münir imzası ile çıktı. Geleneğin çizgisinde şiir yazdı. Yayınlarından bazıları: Dönülmez Zaman İçinde (1949), Tek Adam (1954), Kaderden Yana (1956), Mevsimlerin Ötesinde (1962), Güzel Dünya (1969), Şu Dağlar Bizim Dağlar (1973), Zaman Bahçesinde (1978), Destan Ataturk (1981), Dorukta Rüzgar Var (1986), Sevginin Yedi Rengi (1993), Yunus Bahcesinde Açan Gül (1993), Küçük Dünyamin İçinden (1995), Çocuklar ve Papatya (1996), Bir Politikacının Anıları Refik Koraltan (1999), Şiir İkliminde Bir Ömur, Şiir Dünyasındaki Yerim Üzerine... 

 KIRIN TEPESİNDEKİ AĞACA ÖVGÜ

Ağaç olmuşsun bir defa 
Bir kırın tepesinde
Yaşayacaksın ağacım, 
Yaşayacaksın, 
Tek ağaç olsan da.

Bir damla su için göklere bakacaksın bazan, 
Yıldızlara dil dökeceksin sessizce.
İncecik damarlarını
Sert derinliklere salacaksın.
Yaşamak kolay değil ağacım, 
Yaşayacaksın.

Yaşama sevinci bu, 
Yaşama aşkı.
Sadece kendin sevinecek değilsin
Bir kırın tepesinde
Gölgene çekeceksin kurdu, kuşu
Rüzgar dallarını okşayacak, 
Seninle bilecek rüzgar olduğunu

Yaşama sevinci bu, 
Yaşayacaksın ağacım, 
Yaşayacaksın.
Cırcır böceklerinin şarkısını dinleyerek
Ay ışığına dalmak güzel şey...
Yaşamaktan nasibini alacaksın, 
Yaşama şarkısını söyleyecek çırpınarak yaprakların
Aşk ile şevk ile sallanacak dalların...

18 Aralık 2013 Çarşamba

ÇERKEZ KÖYLERİNDE DÜĞÜN

PINARBAŞI UZUNYAYLA ÇERKES KÖYLERİNDE DÜĞÜN - Hasan YÜKSEL-

Pınarbaşı İlçesinin doğusunda Gürün, Kangal, Şarkışla sınırlarına kadar uzanan ve “Uzunyayla” adını alan, geniş çayırlıklardan ve meralardan oluşan bir yayla mevcuttur. Bu geniş yayla içerisinde, çoğunlukla; Rus baskısı sonucu 1864 yıllından itibaren Kuzey Kafkasya’dan göç etmiş bulunan Çerkes köyleri yer alır.

Uzunyayla’ da yaşayan Kafkas kökenli bu vatandaşlarımızın tümüne Adighe (Çerkes) denildiği gibi, aşiret içinde çeşitli kabile adları ile anılırlar. Bu kabileler arası Çerkesce konuşmalarda şive değişikliği vardır. Pınarbaşı Çerkesleri: Kabartay (büyük bir çoğunluğu Kabartay H.Y.), Abaza, Hatukay, Çeçen, Abizehk, Karaçay-Kuşha olmak üzere çeşitli kabilelerden oluşmaktadır .

Gelenek ve göreneklerine çok sıkı bir şekilde bağlı Çerkesler, aynı zamanda “Ceyago” adı verilen ve Çerkesler’in Türkiye ye gelmiş olan ilk sülalesinin koymuş olduğu kanunlara da sıkı sıkıya bağlıdırlar. Çerkesler’in düğünleri de bu gelenek ve görenekler içerisinde yürütülür. Çerkesler de kesinlikle yakın akrabalardan kız alıp verme olayı ile görücü usulle evlenme olayı pek görülmez. Fakat yakın zamanlara kadar hemen hemen bütün yurtta bekar erkeklerin korkulu rüyası olan başlık (Vase) verme olayına rastlanmaktadır. Başlık parası olarak eskiden daha çok; at, inek, öküz, tarla gibi şeyler verilirken, bu olay günümüzde neredeyse kalmamıştır.

Çerkes kız ve erkekleri genelde evliliğe hazır olduklarını düşündükleri bir yaşta evlenirler. Bu yüzden Çerkesler’in evlilik yaşları 25-35 yaşları arasında olgunluğun daha çok hissedildiği dönemdir. Bu dönem bir yuva kurmanın bütün sorumluluğunun üstlenileceği zamandır.

Bütün Anadolu’da olduğu gibi Çerkesler’de de kız kaçırma geleneği vardır. Genelde düğün masrafları az olsun diye aileler de bu kaçma olayına göz yumarlar. Fakat bu gelenekte artık yavaş yavaş kaybolmaya başlamıştır.

Çerkes genç kız ve erkekleri genelde evlenene kadar serbest oldukları, daha çok düğünlerde, çeşitli toplantılarda, eğlencelerde tanışıp kaynaştıkları ve daha sonra bu tanışıklılığı evliliğe dönüştürdükleri için Çerkesler de görücü usulü evlilik hemen hemen hiç görülmez.

KAHVE
Çerkesler’in büyük bir önem verdiği düğünler gençlerin birbirlerini tanıyabilecekleri en güzel anlardan birisidir. Gençler daha çok buralarda kaynaşır, görüşür ve konuşurlar. Burada birbirlerini tanıyan gençler belirli bir müddet birbirlerini tanıyana kadar “kaşen” (sevgili-arkadaş) olurlar. Bu kaşenlik birbirlerine karşı saygı ve sevgi içerisinde, gelenek ve göreneklerin izin verdiği ölçüdedir.

Çerkes genç erkekleri, başka bir Çerkes köyünde gördüğü ve beğendiği bir kız var ise veya başka köyde evlenecek çağda bir kız olup olmadığını sorarak, onun ailesine haber gönderip, o eve kızı daha yakından görüp tanımak için oturmaya dahi gidebilir. Burada gördüğü kızla oturup konuşur, kızda isterse onunla kaşenlik yapabilir. Kızın ailesi bu duruma pek ses çıkarmaz.

Kaşenlik kendilerini tam olarak tanıdıktan sonra ciddi anlamda bir yuva kurmaya, evlilik kararı almaya kadar devam eder. Evlenme kararını oğlan kıza açıklar, kız evlenmeyi kabul ederse (parmağındaki yüzüğü çıkarıp erkeğe verir ) oğlana kenarı işlenmiş bir mendil verir. Bu bir sözdür. Bu mendil verildiği vakit bu sözden dönülmez. Bu bir şekilde namustur. Bu evlilik kararı, oğlan tarafından, evde en yakını olan ablası, yengesi veya kız kardeşine söylenir. Söylenen kişide bu durumu, örf ve adetlere göre öncelikle evin en yaşlı kişisine (Büyük babaya) bildirir. Evde anne veya babadan daha büyük biri yoksa o zaman sırayla anne-babaya, onlar da hayatta yoksa, evin reisi olan kişiye bildirir. Aile uygun görürse kız tarafına haber gider. Müsait olan bir akşam oturmak için izin istenir. İzin geldiği takdirde oğlanın en yakını olan amca, dayı, teyze, hala gibi yakın akrabalarla kız istenmeye gidilir. Oğlan tarafının en yaşlı kişisi tarafından konu açılır, Allah’ın emri ve Peygamberin kavli ile kız istenir. Kız tarafı kızlarını vermeyi kabul ettikleri takdirde, kız tarafı kendi kahvesini ikram eder ve büyükler tarafından kahve içilir. Normalde Çerkes adetlerinde kız ile oğlan anlaştıkları takdirde kız tarafı kızı vermek için süre istemez ve kızı hemen verirler. Kız tarafının kahvesi içildikten sonra, kız tarafı “buyurun haftaya gelin” der. Bir hafta sonra oğlan tarafı giderken, lokum, bisküvi, kahve, çerez gibi yiyecek ve içecekler ile kıza takmak için yüzük bilezik ve takım elbise gibi şeyleri de götürür. Bu kahveye büyük kahve denir. Bu kahvede imam nikâhı da kıyılır. Kahvelerin ikisinde de kız ve oğlan ortaya çıkmazlar. Kız komşularından birinin evindedir. Bu arada oğlanda gizlice bu eve getirilir ve burada imam nikâhı kıyılır. Kıza; burada yüzüğü ve bileziği takılarak nişan kıyılmış olur. Davetliler dağılırken kurabiye, şelame-lekum (yağda kızartılmış börek) veya lokum iki bisküvi arasına konularak dağıtılır

NİŞANLILIK DÖNEMİ
Çerkesler’de nişanlılık dönemi genelde çok kısadır. En çok üç ay kadar nişanlı kalırlar. Kız ve oğlan nişanlandıktan sonra pek görüşmezler. Ancak düğüne yakın bir zamanda görüşürler. Düğün günü, kız tarafının verdiği bir günle belirlenir. Gün belirlendiği zaman erkek tarafı, düğünde takılacak takılar ve eşyalar ile kıza alınacak olan giysileri belirlemeye başlarlar. Böylelikle düğün hazırlıkları da başlamış olur.

DÜĞÜN
Düğün günü belirlendikten sonra, iki tarafta da tatlı bir telaş başlar. Düğün; köye ve akrabalara bir küçük çocuk gezdirilerek duyurulur. Düğünü duyuran kişi ziyaret ettiği yere başka yörelerde olduğu gibi herhangi bir hediye götürmez veya ziyaret ettiği evlerden hediye almaz.

Düğün için bütün hazırlıklar yapılır, düğünden iki gün önce de (genelde Perşembe günü) kız evinde cehiz serilir. Buna kız evi ile birlikte erkek evi ve bütün köylüler davetli olur. Cehiz serildiği gün dileyen uygun hediyesini de götürür. Bu genelde kız tarafına sorularak alınan kızın eksik olan eşyalarıdır. Bir dayanışma gereği kızın eksik olan eşyaları böylelikle tamamlanmış olur. Cehiz iki gün boyunca serili durur, Cuma günü akşam toplanır. Bütün yurtta olduğu gibi Çerkesler’ de de cehiz yazma geleneği vardır. Cehizi kızın amcası ile erkek tarafının amcası yazar. Yazılan bu cehiz listesi (Mihri müeccel) hem yazanlar tarafından hem de orada bulunan birkaç şahit tarafından imzalanır.

Düğünden bir gün önce oğlan tarafının akrabaları özellikle yaşlıları toplanır. “Yunafe” yapılır. Yunafe, Çerkesler de düğünün nasıl başlayıp biteceğinin bir göstergesidir. Burada düğünle ilgili bütün kararlar alınır. İçlerinden tecrübeli ve yaşlı birisini düğünü yönetecek kişi “Tahamade” olarak seçerler. Düğünle ilgili bütün sorunlar ve alınacak kararlar, Çerkesler’in gelenek ve göreneklerine göre Tahamade tarafından belirlenir. Bu toplantıda herkes elinden geldiği kadar yardımda bulunur ve para toplanır. Bunun amacı düğün masraflarını karşılamaktır. Toplanan bu para gençlerden birine verilir. Düğün süresince gerekli yerlere ve gerekli ihtiyaçlara harcanır.

Toplantı akşamı büyükler yunafe yaparken gençler düğünü başlatır. O gece yani düğünden bir gün önce erkek tarafında, geç saatlere kadar, düğün öncesi bir çeşit düğün gibi eğlence yapılır. Büyüklerde toplantı sonrası bu eğlenceye katılır ve erkek evi abartısız sabaha kadar eğlenir. Yunafe yapılan gecede kız tarafında da bir eğlence olur, fakat bu eğlence oğlan tarafı gibi neşeli değildir, kız gelin gideceği için biraz buruk bir eğlencedir. Çerkes adetlerinde kına gecesi yoktur. Fakat günümüzde artık yeni nesil kına gecesini de yeni yeni uygulamaya başlamıştır. Yeni yeni uygulanan kına gecesinde kız tarafı da oğlan tarafı da, kınalarını kendileri hazırlar ve kendileri yakalar.

Bu gece veya daha önceden düğün için her iki tarafa da köy dışından gelmiş olan misafirler, kız ve oğlan evinin akrabaları tarafından eşit olarak bölüşülür ve en güzel bir biçimde düğün bitene kadar ağırlanırlar.

Toplantının ertesi günü düğün kurulur. Sabah erkenden bütün hazırlıklar başlar. Düğün günü sabah damat, tıraş, giyim kuşam gibi bütün hazırlıklarını kendisi yapar. Özellikle oğlan evinde sabah erkenden misafirler için yemekler hazırlanır. Aynı hazırlıklar kız evinde de vardır. Yemekler genelde et haşlamadır. Yanına haşlanmış patates bütün olarak konur. Yanına pirinç pilavı, çorba (genelde yoğurt çorbası), mevsimine göre meyve konulur. Tatlı olarak ta genelde düğün gününden birkaç gün önce hazırlanmış baklava konulur. İçecekler çoğunlukla ayrandır. Bu arada genellikle alkollü içkilerde tercih edilir. Yanında çoğunlukla tavuk mezeleri olur.

İki tarafın ev halkı ve misafirleri de bu mutlu güne iştirak etmek için bütün hazırlıklarını tamamlayıp giyinip kuşanırlar. Eskiden düğünlerde daha çok geleneksel kıyafetler giyilirken bu gelenekte artık günümüzde yok olmaya başlamıştır. Fakat özellikle yaşlılar hala düğün ve toplantı olduğunda eski giyim tarzlarına uygun geleneksel kıyafetlerini giyerler. Kimi zaman çok nadir de olsa, genç delikanlılar da bu tarz giyinirler. Çerkes genç kızlarının ve kadınlarının başlarındaki sırmalı taç ve kurakları düğün törenlerindeki Çerkes geleneksel kıyafetleriyle kültürel bir bütünlük taşır . Kızların ve gelinler ayrı kurak takınırlar. Böylece gelin ve kızlar kolaylıkla ayırt edilir.

Gelin alma günü genelde Pazar günüdür. Oğlan evi hazırlıklarını tamamladıktan sonra kız evine gelin almaya gider. Oğlanın anne ve babası ile damat gelin almaya gitmezler. Eğer gelin başka bir köyden alınacaksa topluluk köye varmadan önce belli bir uzaklıkta mola verir ve Tahamade, kız evine gelin almaya gelenlerin kaç kişi olduğunu bildirir. Kız evi oğlan evine izin verirse gelin alayı ancak bu şekilde köye girebilir. Bunda amaç kız evini zora sokmamaktır. Kız evi hazırlıklarını gelen misafirlerin sayısına göre ayarlar. Oğlan evi kız evine vardığında yanında götürdükleri hediyeleri verirler. Aynı zamanda Tahamade kız evinin gençlerine de içki alıp götürmek zorundadır.

Kız evine varıldığında gelin henüz hazır değildir. Gelin gelinliğini giyip cehizini toparlayıp hazırlayana kadar oğlan evi düğünü burada devam ettirir. Eskiden gelinler daha geleneksel Çerkes kıyafetleri ile gelin giderken günümüzde beyaz gelinlik tercih edilmektedir.

Bu arada kız hazırlanırken, kız evi düğün arabasını süsler. Eskiden daha çok at süslenir ve gelin için kutsal bir değeri olan “Gusha” adı verilen örtü atın üzerine atılır ve gelin bu şekilde hazırlanmış olan at ile gelin giderdi. Artık günümüzde daha çok araba ile gelin gitmektedir. Gusha ise artık arabaların üzerine örtülmektedir. Gelin için çok değerli olan gusha, beyaz kumaşın üzerine kırmızı kumaşın dikilmesi ve kırmızı şerit şeklindeki kurdeleler ile süslenmesi ile hazırlanır. Gelin gittiği evde bu gushayı sandığında ölene kadar saklar. Hatta bunu kendi kız çocuğu evlenirken ona verebilir. Bu yüzden kuşaklar boyu saklanan gushalar mevcuttur.

Kız evi gelini hazırlarken dışarıda gençler eğlenmekte ve mızıka eşliğinde oyunlar oynamaktadırlar. Müzikli oyunların yanı sıra köy seyirlik oyunları da çıkarılır. Bu eğlence oğlan evinde de misafirler dağılana kadar devam ettirilecektir.

Kız evi yemek verildikten sonra, oğlan evi gelini götürmek için müsaade ister. Kızın biraz daha kendi evinde kalması için kız evi, oğlan evini biraz daha oyalar. Kızın odasına uzun süre kimse alınmaz. Bu arada kızın erkek kardeşi, kızın kuşağını bağlar. Kuşak dualar ile bağlanır. Üç defa kızın beli etrafında dolandırılan kuşak dördüncüde bağlanır. Gelini evden çıkarabilmek için oğlan tarafı gelinin kardeşlerine kardeş hakkı (para, saat, tabanca vs..) verirler. Gelini kız evinden gelinin görümceleri veya eltileri çıkarır. Gelin baba evinden çıkarılırken mızıka ile Varidode adlı müzik çalınır ve bu müzikle evden çıkarılır. Gelin kaynanasından ayrı oturacaksa, kalacağı eve gitmeden önce, kaynanasının evine götürülür ki, kaynanası gibi yıllarca evine emek versin, kaynanasına benzesin istenir. Daha sonra gelin asıl kalacağı eve götürülür. Kocasının evine de Varidode çalınarak girdirilir. Gelin eve girerken ağzı ballı olsun diye bal yalatırlar, arkasından büyük bir ayna tutulur ki gelin aydınlık olsun istenir. İmanlı olsun diye de başının üzerine Kur’an-ı Kerim tutulur. Damat bütün bunlar olup biterken sağdıcın evinde bekler. Gerdeğe kadar düğünde gözükmez, aksine damat ortada görüldüğü vakit kızılır.

Gelin oğlan evine getirildikten sonra düğünde bulunan en yaşlı kişiye bir tas bagsıma (arpadan yapılan geleneksel bir içecek) ile lokum ikram edilir. Bu kişi evliliğin hayırlı uğurlu olması için bir konuşma yapar. Konuşmadan sonra gelin eve alınır.

Bu arada oğlan evinde eğlencelerin yanı sıra, at yarışıda düzenlenir. Bu yarışa diğer köylerden gelenlerde katılırlar. Yarışı hangi köyün atı kazandıysa, kazanan kişiye hediye olarak bir sepet kurabiye, bir sepet şelame-lekum verilir. Düğün evi varlıklıysa koyun verilir. Fakir ise koyun postu hediye olarak verilir. Bu hediyeleri alan kişi bunları kendi evine götürüp yiyemez. Kendi köyünün yaşlı heyetine verir. Onlarda bu hediyeleri değerlendirerek hane sayısına göre dağıtırlar.

Bütün bu eğlencelerden sonra oğlan evi bir yemek verir. Daha sonra misafirler yavaş yavaş dağılırlar.

GERDEK GECESİ
Gerdek gecesiyle ilgili bilgiler kız ve oğlana sağdıçları tarafından daha önceden bildirilmiştir. Genelde gelinin evli sağdıcı olmak zorundadır. Gelin yeni evindeki odasına yerleştirildikten sonra, belirli bir saatte; damat, sağdıcı tarafından çok gizli bir şekilde gelinin yanına alınır. Gelin ve damadın aç olduğu düşünülerek yemekleri yedirilir. Daha sonra gelin ve damat şükür namazı kılar. Zifaf olayı gerçekleştikten sonra, damat sabah namazını müteakip sağdıç tarafından gizlice evden çıkartılır. Sağdıç, damadı kendi evine götürür. Bu bir hafta bu şekilde sürer. Her seferinde damat gizlice gelinin yanına getirilir. Bir haftanın sonunda damadın en yakın akraba gençleri sağdıç bohçası ile sağdıcın evine giderler ve içerisinde takım elbise, iç çamaşırı, havlu, gömlek, çorap, mendil, vs.. olan bohçayı sağdıca hediye ederler. Burada bir müddet eğlenirler. Damadı alarak baba evine getirirler ve annesinin babasının elini öptürürler.

Sağdıç Çerkesler’de çok önemlidir. Damadın sağdıcı gelinin erkek kardeşi sayılır. Gelinin geldiği bu evde başı sıkıştığı zaman konuşacağı ilk kişi beyinin sağdıcıdır.

GELİN ARKASI
Bundan sonra artık gelinin yeni evinde, yeni bir hayatı başlamıştır. Burası yeni baba ocağıdır. Bundan sonra beyine iyi bir eş olmak zorundadır. Çünkü kendi evinden ayrılırken gerekli olan bütün öğütleri almıştır. Bundan sonra baba ocağına dönüş yoktur.

Gelin eve yerleştikten sonra erkek tarafının yakınları evlendiği günden başlayarak gelini ziyaret ederler. Ziyarette ufakta olsa bir hediye götürülür. Kız ve oğlan yemeğe davet edilir.

Bir ay gibi bir süre içerisinde gelini anne ve babasının dışında abisi, yengesi, bacısı, halası, amcası v.s.. gelin arkası olarak giderler. Giderken gelinin bekarken giydiği elbiseleri ve kız evine, “hayırlı olsun”a gelmiş olan ziyaretçilerin getirdiği bir takım hediyeleri götürülür. Böylelikle gelin, anne ve babası dışındakilerle hasret gidermiş olur. Gelin anne ve babasını ancak doğumdan sonra görebilir. Doğumdan sonra gelin bebeği ile birlikte anne ve babasının yanına el öpmeye götürülür.

Çerkesler’de gelinlik etme de vardır. Gelinin evde on yaşında bile kayınbiraderi varsa, gelin ona bile gelinlik eder. Gelin kayınbabası ve evdekilerle, kayınbaba müsaade etmediği sürece konuşmaz. Bu kimi zaman yıllar dahi sürebilir. Kayınbaba gelininin konuşmasına müsaade edeceği zaman durumuna göre ona koyun, koç, bilezik, tarla gibi hediyeler verir. Ancak gelin bu müsaadeden sonra evdekilerle konuşabilir.

DÜĞÜNLERDE OYNANAN OYUNLAR
Çerkeslerin geleneksel halk dansları o kadar çoşkulu ve güzeldir ki, hiçbir Çerkes düğünü oyunsuz düşünülemez. Oyunlar adeta bütün Çerkeslerin ruhuna işlemiştir. Kafkasya’dan göçen bu yurtaşlarımızın; bir çok oyunu olmakla birlikte Uzunyayla civarında daha çok oynanan oyunlar Kafe, Vik, Çeçen, Leperuj gibi oyunlardır. Bir de eski zamanlarda müzikle atların oynatıldığı bir oyun var ki artık günümüzde bu gelenek artık neredeyse yok olmuştur.

Kafe: Uzunyayla Çerkes köylerinde çoğunlukla düğünlerde oynanan kafe oyunu, akordeon (mızıka) eşliğinde, kalabalık bir grubun oluşturduğu geniş bir daire içerisinde oynanır. Bu oyun ikili oynanan oyunlardandır ve Çerkesler' in bulunduğu bir çok yerde oynanmaktadır.

Çerkesler’in oynadıkları bütün oyunlarda, genel olarak kızların hareketleri daha sakin ve daha yavaş ve daha statiktir. Bir benzetme yapılacak olursa; kızlar bir kuğu, erkekler ise daha çevik ve hareketli oldukları için bir kartal edasındadırlar. Kızların oyun alanındaki hareketleri Leperuj oyunu hariç erkeklerin hareketlerinden daha yavaştır.

Oyunun Oynanışı: Kızlar bir tarafta, erkekler bir tarafta toplanır. Hem kızlar, hem de erkekler tarafında, oyunu organize eden ve "hatiyako" adı verilen bir görevli yer alır. Oyuna girecekleri ve önce kimin gireceğini bu görevli tayin eder. Oyunda öncelik bu kişiler tarafından yaşlı ve davetli olan misafirlere verilir. Daha sonra köyün delikanlıları oyundaki yerlerini alırlar. Akordeonun çaldığı hava ve vurulan ellerin temposu ile erkeklerin tarafından çıkan bir erkek, tempolu seri bir yürüyüşle, kızlar safına doğru ilerleyerek, öncelikle ortaya çıkması gereken kızın karşısına geçip sol elini göğsüne koyarak kızı davet eder. Kız ortaya çıkar, oyuncular karşılıklı olarak gidip gelirler. Ayakların ritmik hareketleri ve ellerin oyun tarzına uygun bir pozisyonda tutulması ve yukarı aşağı hareketleri, hep karşılıklıdır. Karşılıklı olarak gidip gelmeler ortamın uygunluğuna ve kalabalığa bağlı olarak kısa veya uzun bir süre alır. Alan terk edileceği zaman, erkek kızı yerine bırakır ve kendi safına döner. Bu arada başka bir erkek ortaya çıkar ve davet ettiği diğer bir kız ile aynı hareketleri tekrar ederler. Oyun alanı çok geniş ve davetli olanların sayısı çok kalabalık olursa ortaya iki çift birden çıkabilir. Oyuncuların ayak hareketleri, erkeğin ki biraz daha hızlı olmak üzere aynı, el hareketleri ve mimikleri ise farklıdır.

Vik: Bu oyunda Kafe oyunu gibi Pınarbaşı'nın Çerkes köylerinde çok sık oynanan bir oyundur. Aynı Kafe oyununda olduğu gibi Kayseri dışında Çerkesler’in bulunduğu bir çok değişik yörede oynanmaktadır. Oyun mızıka ve el temposu ile oynanır. Kimi zaman ritim aracı olarak tahta, koltuk davulu veya bir doli kullanılır. Tahtalar birbirine vurularak çalan müziğe eşlik eder.

Oyunun Oynanışı: Oyun alanının genişliğine göre çok sayıda oyuncu, hatta bütün davetliler bu oyuna dahil olabilir. Bir kız ve bir erkek olmak üzere yan yana gelen çiftler bir sıra oluştururlar. Kızların kolları, erkeklerin kolları üzerinde ve dirsekten bükülü bir vaziyette yere paraleldir. Çok ağır bir tempoyla sağ ayakların bir öne bir geriye olan hareketiyle ilerleyerek, bazen tek sıra halinde arka arkaya veya daire haline gelerek oyun sürdürülür.

Vik oyununda gençlerin yan yana gelmesi ile, gençlere bir konuşma, şakalaşma ve tanışma açısından bir sosyal fonksiyon yaratılmaktadır.

Çeçen: Pınarbaşı, Uzunyayla Çerkes köylerinin oynadığı oyunlar içerisinde en hareketli olanıdır. Oyunda sıçrama ve sekmeler çoğunluktadır. Oyunun hareketleri ortaya çıkan kişilere göre değişebilmektedir.

Çerkesler’in bulunduğu bir çok yörede en çok oynanan oyundur.

Oyunun Oynanışı: Daire halini almış topluluk içerisinden, bir erkek; çok sert bir tarzda, bir kartalın edasıyla ortaya çıkar. Kolları aşağıda olduğu halde, düz ve seri bir usulle yürüyerek orta da bir kaç tur atar ve bayanlar safından bir kızı ortaya davet eder. Kız erkekle birlikte çok sakin ve yavaş hareketlerle ortaya çıkar. Erkek ise bir kartalın hareketini andırır bir vaziyette kollarını iki yana açıp, sekerek ani bir hareketle kıza arkasını dönmeden onun etrafında döner. Oyunda çift bazen birlikte, bazen karşılıklı gidip gelirler. Kimi zaman erkek dizlerini yukarıya çekip uzatarak ve sekerek kızın etrafında döner. Oyunda süre yoktur. İsteyen dayanabildiği yere kadar oyunu sürdürür. Oyunda erkeğin bütün hareketleri sert ve parmak uçlarındadır. Oyunda; alan geniş olduğu takdirde bir çift daha ortaya çıkabilir.

Bu oyun daha ziyade Kafkas bölgesindeki halkların mücadelesini ortaya koymaktadır. Bir savaşa hazırlık tarzında çok hareketli olan ve savaş hareketlerini andıran oyun, gençlerin sürekli ve her zaman düşmanla olabilecek bir savaşa hazırlıkları mahiyetindedir.

Leperuj: Yine Pınarbaşı Uzunyayla Çerkes köylerinde, daha çok yeni yetişen gençler arasında oynanan bir oyundur. Oyun başka yörelerde yaşayan Çerkesler’e ait olmakla birlikte, Kayseri' de yaşayan Çerkesler arasında yeni yeni yayılmaktadır ve düğünlerde oynanmaktadır.

Oyunun oynanışı: Aynı Kafe ve Çeçen oyunlarında olduğu gibi çiftler arasında oynanır. Fakat kız ve erkeğin hareketlerinin aynı hızda olduğu bir oyundur. Oyun kendi etraflarında ve daire halinde, birbirlerinin oyunlarının benzeri ve eş zamanlı olarak devam eder. Oyuna alanın genişliğine, ortama göre ikinci bir çift daha dahil olabilir.

Pınarbaşı’nın Çerkes köylerinde oynanan bu oyunlar; toplumun yaşayış tarzının, coşkulu bir şekilde oyunlara yansıtılmasıdır diyebiliriz. Oyunlarda kesinlikle her şey kurallara bağlanmıştır. Başıboşluklara yer verilmez. Oyunların her safhası o toplumun bir toplumsal yansıması olarak kendini gösterir.

Oyunların oynandığı sırada; düğünde bulunan hiç bir kız ve erkek oturamaz, laubali hareketlerde bulunamaz. Oyun esnasında ortada oynayan erkek hiçbir zaman kıza arkasını dönmez. Bu o toplumda kadına duyulan saygının gereğidir. Oyunun belli bir bölümünde toplumun yaşlıları düğüne katılıp bir konuşma yaparlar. Kendileri de oynadıktan sonra iyi dilekleri ile oyundan ayrılırlar. Ancak sürekli olarak geri planda, bu grubu denetleyen orta yaşta insanlar bulunur. Oyunun oynandığı alanda ve oyun sırasında da belli bir hiyerarşi vardır. Büyükler ön safta, gençler arka safta dururlar. Bu saygıyı bozarak hiç bir kimse oyuna çıkamaz.

Oyunların oynandığı sırada, sadece oynayanlar değil oynamayanlar da sürekli el çırpma hareketleri ile oyunlara ortak olurlar. Bu şekilde bütün gruplar bir noktadan sonra tek bir vücut ve baş gibi hareket ederler.

Burada şu hususa da değinmeden geçmek istemiyoruz. Atın Çerkes toplumunda önemi büyüktür. Adeta bu toplumun yaşantısının bir parçasıdır ve atları en iyi şekilde eğitirler. Öyle ki, atları müzikle oynatacak kadar bu eğitim özenli bir şekilde verilir. At oyunu manasına gelen “Sığaceğ” oyunu da bu yörede atların müzikle oynatıldığı bir oyundur, ve atların sahipleri de bu oyuna eşlik ederler ve Çerkes düğünlerine ayrı bir renk katarlar.

Yazılı Kaynaklar: Hasan Yüksel, Uzunyayla Çerkez Köylerinde Düğün, Erciyes Dergisi Kayseri
Mehmet Ali Temel, Kuruluşundan Cumhuriyetin 50. Yılına Kadar Pınarbaşı, s.:99, Ankara 1973.
Turabi Saltık, Çerkesler Edebiyat Ve Kültür Tarihi, s.40, İstanbul 1998.


Sözlü Kaynaklar: Aydın Taşçı, 1959 Tersakan Köyü doğumlu, İlkokul mezunu
Mehmet Yıldırım, 1938 Küçükpotuklu doğumlu, İlkokul mezunu, emekli.
Şükran Yüksel, 1967 Malak Köyü doğumlu, İlkokul terk.
Tülay Kılıç, 1969 Aşağıkızılçevik Köyü doğumlu, Lise mezunu
Vehbi Güney, 1933 Aşağıkızılçevik Köyü doğumlu, İlkokul terk.
Yakup Temel, 1961 Pınarbaşı doğumlu, Yüksek Okul mezunu.

24 Kasım 2013 Pazar

DOÇ. DR. YUSUF ADIGÜZEL

Doç Dr. YUSUF ADIGÜZEL
Aslen Bünyan Akçatı (Karacafenk) Köyündendir.  Babası Akçatı (Karacafenk) köyünde çobanlık ve imamlık yapan Halil İbrahim Adıgüzel, annesi Adana Kozan’dan yaşayan  Halaçlar’dan Kör Hasan’ın kızı Neziha Adıgüzel’dir. Babasının işi gereği bulunduğu Kozan’ın Çukurören Köyü’nde, 9 kardeşin en küçüğü olarak 1973 yılında dünyaya geldi.

İlk,orta ve lise eğitimimi Kozan’da tamamladıktan  sonra, 1991 yılında yüksek öğrenime başladı.  1995’te Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi, Basım ve Yayımcılık Bölümü’nü bitirdi. 1998 yılında Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyoloji Anabilim Dalı’nda yüksek lisansını tamamladı. Aynı Üniversitede “Kültür Endüstrisi   ve Kitle Toplumunun Açmazları” konusunda verdiği tezle 2004 yılında doktora programını tamamladı. “Kimliğin   Korunmasında ve Üretilmesinde Türk Derneklerinin Rolü. Almanya/Köln Örneği” konusunda ikinci bir tez vermiş. Londra Üniversitesi SOAS Enstitüsünde medya eğitimi almıştır.

Adıgüzel, öğrencilik yıllarından itibaren çeşitli dergi ve gazetelerde çalıştı. Çeşitli kurumların Basın ve Halkla İlişkiler bölümlerinde görev aldı.  Uzan Grubu (Star TV, Star Gazetesi, Kral TV, Kral FM, Telsim vb.) ve Merkez Medya Grubu (Sabah, ATV, Takvim, Kanal 1 vb.) şirketlerinde Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev yaptı.

1996 yılından 2004 yılına kadar İstanbul Büyük Şehir Belediyesi’nin çeşitli şirketlerinde ve İştirakler Daire  Başkanlığı’nda Basın ve Hakla İlişkiler sorumlusu olarak çalıştı. 2004 yılından sonra TMSF Basın ve Halkla İlişkiler Müdürü olarak görev yaptı. Olay Medya Grubu Yönetim Kurulu Başkan Vekilliği görevini yürüttü

2002'de gittiği Almanya'da iki yıl boyunca incelemelerde bulunduktan ve toplamda 10 yıllık araştırmalarının sonucunu kaleme almış, kitaplarında Almanya'daki Türk göçmenlerin kurduğu sivil toplum kuruluşlarını ele alırken, aynı zamanda yıllardır Alman ve Türk kimliği arasında sıkışıp kalan Türklerin, dil ve din konusunda yaşadıkları sorunları da ele almıştır.

Halen İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümünde Doçent Doktor olarak ders vermektedir. Türkiye Yeşilay Cemiyeti Yönetim Kurulu üyesidir.

Halkla ilişkiler, medya, kamuoyu, kurumsal iletişim, iletişim sosyolojisi, sivil toplum kuruluşları, göç sosyolojisi, Avrupa’daki Türkler ve Türk dernekleri konularında bilimsel araştırma ve çalışmalarını sürdürmektedir.


Kitapları 
1-Yusuf Adıgüzel. “Yeni Vatanda Dini ve İdeolojik Yapılanma, Almanya’daki Türk Kuruluşları”, Şehir Yayınları, İstanbul, 2011
2-Yusuf Adıgüzel. “Almanya Türkleri’nde Dil Din Kimlik”, Şehir Yayınları, İstanbul, 2011
3-Yusuf Adıgüzel. “Kitle Toplumunun Açmazları Kültür Endüstrisi”, Şehir Yayınları, İstanbul, 2001

Kitap Bölümü
1-Yusuf Adıgüzel. “Turks In Europe -Culture, Identity, Integration-” kitabı içinde bölüm, Turkish Organizations in Germany and Their Views on the EU, Edited By Talip Kucukcan and Veysi Gungor, Turkevi Research Center, 2009, Amsterdam, 459-482 PP

Kitap Editörlüğü
1-Yusuf Adıgüzel. “Soygunu Gören Adam” kitabı editörlüğü, Şehir Yayınları, İstanbul, 2008

Makale
1-Yusuf Adıgüzel, “Almanya’da Kültürel Bir Çatışma Alanı Olarak Türkçe”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Sosyoloji Dergisi, 3. Dizin, 22. Sayı, 2011/1, S.231-251.
2-Yusuf Adıgüzel, “Diasporadaki Kimlik Algılamalarına Göç Tipinin Etkisi Almanya ve İngiltere Türk Toplumlarının Karşılaştırması”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Sosyoloji Dergisi, 3. Dizin, 20. Sayı, 2010/1, S.97-119.
3-Yusuf Adıgüzel. “Almanya’daki Devlet Okullarında ‘İslam Din Dersi’ Sorunu ve Çözüm Arayışları”, Sakarya Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Akademik İncelemeler Dergisi, Cilt 5, Sayı 2, Yıl 2010, S.59-72.
Bildiri
4-Yusuf Adıgüzel (Yusuf Genç ile birlikte). “Yoksullukla Mücadelede Önemli Bir Paradoks: Yoksulluk Kültürü”, 7. Ulusal Sosyal Hizmetler Kongresi, Ankara, 15-16 Nisan 2011.
5-Yusuf Adıgüzel. “İkinci Çeçen- Rus Savaşı (1999) Sonrası Türkiye’ye Sığınan Çeçen Aileler ve Sorunları”, Uluslararası Kadın ve Göç Sempozyumu, Bildiriler Kitabı, S.68-77, İstanbul, 1-2 Aralık 2007
6-Yusuf Adıgüzel. “Almanya Ve İngiltere’deki Türkiye Kökenlilerin Kültürel Kimlik Algısı”, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, 38. ICANAS Uluslararası Asya ve Kuzey Afrika Çalışmaları Kongresi, Bildiri Özetleri Kitabı, S. 878, Ankara, 10-15 Eylül 2007
Yusuf Adıgüzel. “Almanya’daki Türk Çatı Örgütlerinin Avrupa Birliği’ne Bakışı”,  Avrupa Türkleri ve Türkiye-Avrupa Birliği Entegrasyonu, Uluslararası Konferans, İstanbul, 27-28 Nisan 2006
7-Yusuf Adıgüzel. “İstanbul’un Kültürel Sermayesine Hemşehri Derneklerinin Katkısı”, Uluslararası Göç Sempozyumu, Bildiriler Kitabı, S.237-248, İstanbul,  8-11 Aralık 2005.
8-Yusuf Adıgüzel. “Kozan İnsanı ve Ailesinin Psikolojik ve Sosyolojik Özellikleri, Bir Değer Kuramı Algılama Araştırması”, Dünden Yarına Kozan Sempozyumu, Sempozyum Bildirileri Kitabı, S.49-53, Kozan/Adana, 24-26 Eylül 2004.

Hasan Yüksel

HACI SADIK YEŞİLTAŞ




HACI SADIK YEŞİLTAŞ

BÜNYANLI İSMAİL OĞLU HACI SADIK YEŞİLTAŞ

(İSMET PAŞA'NIN GÖZÜ GİBİ SAKINDIĞI ASKERİ)

Sadık Çavuş, 15 yıl askerlik yapmış bir vatan evladıydı. İtalyanlarla, Araplarla Arap Çöllerinde savaştıktan sonra Çanakkale Savaşlarında İsmet Paşa'nın çok kıymet verdiği askerlerden biriydi. Topçu Çavuşu olarak Çanakkale'de İsmet Paşa'nın gözleri önünde düşman muhribinin bacasına isabet ettirdiği top mermileri ile muhribi denizin dibine gömmüştü.

Kurtuluş Savaşımızın her aşamasında yer alan Sadık Çavuş, Sakarya Meydan Muharebesinde kolundan ve belinden ciddi şekilde yaralanmıştır. Hastanede kolunun kesilmesi söz konusuyken İsmet Paşa'nın yoğun ilgisi ve emirleri ile kolu kesilmekten kurtulmuş ve iyileşip tekrar cepheye dönmüştür. İsmet Paşa'nın "Benim Sadık Çavuşum" diyerek "Sadık" kelimesini de kinayeli kullanarak hitap ettiği İsmailoğlu Sadık Çavuş, İsmet İnönü'nün Kayseri'ye geldiği zamanlarda yanına ilk çağırdığı kimselerden biriydi.


Sadık Çavuş gibi cansiperane bu vatanı savunan bütün ecdadımıza, aziz şehitlerimize, gazilerimize, rahmet ve minnet duygularımızı iletiyoruz. Ruhları şad olsun.

Kaynak Seyit Burhanettin Akbaş

MUSTAFA ÖZSOY


Mustafa ÖZSOY 

Mustafa ÖZSOY, 27.04.1968 tarihinde Kayseri’nin Bünyan ilçesinde dünyaya geldi. İlk, orta ve lise tahsilini (okul birinciliği ile) Bünyan ilçesinde tamamladıktan sonra, 1987 yılında üniversite sınavını kazanarak, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümünden 1991 yılında mezun oldu.

1992 yılında da Polis Akademisi’nden mezun olan Mustafa ÖZSOY, 1992-1994 yılları arasında bir süre Emniyet Genel Müdürlüğü emrinde Komiser olarak görev yaptı. 1994 yılında İçişleri Bakanlığınca açılan Kaymakamlık sınavını kazanarak, Yozgat Valiliğinde Kaymakam Adayı olarak Mülki İdare Amirliği görevine başladı. Yurt dışı stajını İngiltere’de (Sauthemtun ve Bragtın ) tamamladıktan sonra, sırasıyla; Yozgat-Saraykent, Karabük-Eflani ilçelerinde Kaymakam Vekili olarak görev yaptı.
Kaymakamlık kursunu üstün başarı ile tamamladıktan sonra; 1997-1999 yılları arasında Burdur-Kemer, 1999-2000 yılları arasında Malatya-Kale, 2000-2002 yılları arasında Sivas-Altınyayla, 2002-2004 yılları arasında Erzurum-Aşkale, 2004-2007 yılları arasında Edirne-Havsa Kaymakamlıkları görevlerinde, 2007-2009 yılları arasında ise Kırşehir Vali Yardımcılığı görevinde bulunan Mustafa ÖZSOY, halen 07.09.2009 tarihinde atandığı İçişleri Bakanlığı Hukuk Müşavirliği görevini sürdürmektedir.

Kaymakam olarak görev yaptığı bütün İlçelerde ve Kırşehir Vali Yardımcılığı görevinde üstün başarı göstermesinden dolayı görev yaptığı İl Valilerinin tamamından olmak üzere, çeşitli kurum ve kuruluşlar tarafından Takdirname ve çeşitli ödüllerle taltif edildi. Görev yaptığı bütün görev yerlerinde istisnasız olarak yöre halkının büyük ve takdire şayan teveccühüne mazhar oldu.

Başarılarından dolayı Malatya-Kale Kaymakamlığı görevinde iken “Yılın İdarecisi” ne teklif edilen Mustafa ÖZSOY, 2006 yılında da Siyaset Dergisi tarafından Yılın Kaymakamı seçildi.
Hizmet yaptığı bütün görev yerlerinde (Gerek Kaymakam, gerekse Vali Yardımcısı olarak) birinci öncelik olarak; Yolsuzluklarla Mücadele ederek, trilyonlarla ifade edilen yolsuzlukları ortaya çıkararak ilgililerin yargılanmasını sağladı. Yolsuzlukların ortaya çıkarılmasında gösterdiği kararlılıklarından dolayı halkın destek ve devlet büyüklerinin mazharına nail oldu. Meslek hayatı soyunca yolsuzluğa karşı hep savaş aştı. Bu mücadelesinde, kendisine yapılan baskılara karşı asla boyun eğmedi. Görev yaptığı bütün görev yerlerinde, hak için halkın yanında yer aldı ve cehaletle hep mücadele etti. . Hayatı boyunca, Büyük Türk Milletine hizmet aşkıyla yanıp kavruldu. Mangal gibi yüreğiyle keseri, hep fakirden ve ezilenden yana kesti.
Aynı zamanda bilimsel anlamda da kendisini yetiştiren Mustafa ÖZSOY, ERMENİ TERÖRÜ VE TERÖR konularında birçok üniversitede, Türk Ocaklarında, Askeri Birliklerde, Liseler de dahil olmak üzere gençliğin ve toplumun bilinçlendirilmesini sağlamak için konferanslar verdi. Öte yandan, birçok dergi ve yerel gazetelerde de makaleleri yayımlandı. MHP Büyükşehir Belediye Başkan adayıdır.

Evli ve 19 yaşında Halim Yunus Emre, 14 yaşında İrem Ayça isimli iki çocuk babası olan Mustafa ÖZSOY, İngilizce bilmektedir.

18 Ekim 2013 Cuma

KAYSERİ ESKİ KAPALI SPOR SALONU VE MUSTAFA KEMAL PAŞA. BULVARI


TARİHİ KAYSERİ LİSESİ


TARİHİ KAYSERİ LİSESİ

Kayseri, Anadolu’nun kalbi, ticaretin can damarı. Bir tarih hazinesi. Birçok medeniyete ev sahipliği yapmış, her bir köşesi buram buram tarih kokan şehir ve bunun tam ortasında yer alan KAYSERİ LİSESİ namıdiğer TAŞ MEKTEP.
118 yıldır eğitim veren lisenin kurulması Osmanlının son dönemlerine rastlar. Ülkenin geleceğinin eğitime bağlı olduğunu düşünen II. Abdülhamit önemli merkezlere “sultanî” bugünkü adıyla “lise” açılmasına karar verir. Anadolu’da lise açılmasına karar verilen şehirlerden biri de o dönemde Ankara’ya bağlı bir sancak olan Kayseri’dir. Kayseri Lisesi ilk olarak 1893’te bugünkü Kurşunlu Camii civarında Seyfullah Efendi Konağı’nda rüştiye olarak açılır. İlk yıllarda öğrenci sayısı azdır. Kayseri’de modern eğitimin temellerinin atıldığı Lise büyük ilgi görür. Okulun öğrenci sayısının artması üzerine şu anki binanın temeli zamanın Donanma Vekili Ahmet Paşa tarafından 1903 yılında atılır. Osmanlının son dönemlerinde görülen neo-klasik mimarî özelliğine göre yapılan lisenin ilk önce birinci katı yapılır. İkinci katı ancak 1916 yılında tamamlanır. Giderek artan öğrenci sayısı, ülkenin Balkan Savaşı ve I.Dünya Savaşı’na girmesi üzerine azalır. Mevcut sayısı 49’a düşen okul Çanakkale Savaşı’nda sadece dokuz mezun verir. Mustafa Kemal önderliğinde Kurtuluş Savaşı başlayınca ülkenin her köşesinde olduğu gibi Kayseri de kadınıyla, çocuğuyla, yaşlısıyla, genciyle bu savaşta yerini alır. Kayseri Lisesi de bu mücadelede büyük bir göreve hazırlanır. Yunanlıların Haymana’ya kadar ilerlemesi üzerine TBMM, 24 Temmuz 1921’de hükûmet merkezinin Kayseri’ye taşınmasına karar verir. Kayseri Lisesi TBMM toplantıları için hazır duruma getirilir. Ancak Sakarya Savaşı’nın kazanılması üzerine bu karardan vazgeçilir. Kayseri Lisesi de kurtuluş mücadelesinde öğrencileriyle üzerine düşen vazifeyi yapar. Kayseri Lisesi son sınıf öğrencileri eğitimlerini yarıda bırakıp gönüllü olarak cepheye giderler. Fakat geri dönemezler. Kayseri Lisesinin Milli Mücadele yıllarındaki mezuniyet defterinde : 
“Son sınıf talebeleri Sakarya Savaşı için cephede şehit düştüğünden bu öğretim yılında okul mezun verememiştir.” cümlesi yazılmıştır.
1922 yılında Kayseri Lisesine atanıp iki sene edebiyat öğretmenliği yapan şair Faruk Nafiz Çamlıbel, şehit olan öğrencilerin anısına Kayseri Lisesi Marşı’nı yazar.
Kurtuluş Savaşı zaferle sonuçlanıp Türkiye Cumhuriyeti devleti kurulunca artık bu devlet muasır medeniyetler seviyesine ulaşma yolunda ilk adımlarını atacaktır. Gazi Mustafa Kemal, eşi Latife Hanım’la tüm ülkeyi il il gezerek inkılâpları ve ilkeleri Anadolu’ya benimsetir. Kayseri’ye gelen Atatürk, eşi Latife Hanım’la Kayseri Lisesini de ziyaret eder. Düzenlenen törende okulumuzun öğrencilerinden Behçet Kemal Çağlar bir konuşma yapar, okulumuzun öğrencileri tarafından hazırlanan kurtuluş mücadelesini konu alan müsamere Ulu Önder Atatürk ve eşi Latife Hanım tarafından büyük bir heyecanla seyredilir. Bu müsamereden etkilenen Atatürk’ün gözleri yaşarır. Ulu Önder, memnuniyetinin göstergesi olarak okula yağlı boya tablosunu hediye eder ve 1923 yılında General Kazım Karabekir’in imzasıyla açılan okulun Şeref Defteri’ne lise için düşündüğü şu güzel kelimeleri yazar : 
“Kayseri Lisesini müdürü ile muallimleri ile bütün talebesiyle cumhuriyetin ateşli, feyizli bir ocağı bulduk.”


Kayseri Lisesi, 1935-1936 ders yılında kız ortaokulu ile birleştirilerek karışık lise olarak öğretime 1962-1963 ders yılına kadar bu şekilde devam eder. Eğitim kalitesini sürekli yükselten Kayseri Lisesi, 1959 yılında bünyesinde kurulan Akşam Lisesi ile eğitim seviyesini arttırmak isteyen yöre halkına da hizmet eder. Akşam Lisesi 1980 yılında ayrı bir müdürlük haline getirilir ve 1982 yılında kapatılır. 20. yüzyılın başlarında yapılan tarihî okula zaman zaman ek binalar yapılmıştır. Bunlardan laboratuvarların bulunduğu kısım 1956-1957 öğretim yılında, pansiyon binası 1965-1966 öğretim yılında, spor ve konferans salonlarının bulunduğu bina 1976-1977 öğretim yılında hizmete girerek okul bugünkü hâlini almıştır. Tarihî değeri olan bu liseden mezun olan insanların birçoğu yine tarihe yön veren isimler oldular. 8.Cumhurbaşkanımız Merhum Turgut Özal, 11.Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül Kayseri Lisesinden mezun olmuştur. Korkut Özal, Mehmet Yazar, Sabahattin Çakmakoğlu, Osman Kavuncu, Göksel Arsoy, Emel Sayın ve daha birçok devlet adamı, sanatçı ve bilim adamı mezunlarımız arasındadır.

Kayseri Lisesi kurulduğu günden beri Türk Milli Eğitiminin amaçlarına uygun Atatürk ilkeleri doğrultusunda öğrenciler yetiştirmiş ve yetiştirmeye devam etmektedir. 1994-1995 öğretim yılında bünyesinde açılan “Yabancı Dil Ağırlıklı Lise” bölümü ile de birçok başarıya imza atan Kayseri Lisesi, 2005-2006 öğretim yılında Anadolu Lisesine dönüştürülmüştür. 

10 Ekim 2013 Perşembe

KAYSERİ'DE KALKAN-BIÇAK OYUNU


KAYSERİ'DE KALKAN-BIÇAK OYUNU:
Ülkemizin çeşitli yörelerinde; geçmişte askeri, silahla eğitmek amacıyla verilen eğitim oyunları, zamanla halk oyunlarına dönüştürülmüştür. Bu oyunlar yörelere göre, Kılıç-Kalkan, Kalkan-Kılıç, Kalkan Oyunu, Kalkan-Pıçak, Pıçak Oyunu, Kılıç Oyunu, Hançer Barı, Bıçak Havası, Kamalı Hava gibi adlar almışlardır.

Ülkemizde Kılıç-Kalkan oyunlarının daha çok nerelerde
oynandığını bilenler, böyle bir oyunun Kayseri'de oynanamayacağını iddia edebilirler, fakat Türk tarihine bakacak olursak bunun gayet normal olacağıdır. Belki bu oyun günümüzde oynanmıyor olabilir, fakat bu oyunun geçmişte yöremizde de oynandığı bir gerçektir. Türk tarihine baktığımız zaman, Türklerin tarihleri boyunca sürekli savaş içerisinde olduğunu görüyoruz. Orta Asya'dan çıkıp Anadolu'ya kadar gelerek burada da durmamış olan Türk orduları, Avrupa’nın içlerine ve Afrika’nın Kuzey Batısına kadar ilerlemişlerdir.
Böyle bir yaşam tarzında, geçmiş asırların bir silâhı olan, kılıçkalkanlar da Türk insanının kültürü içerisinde yer almıştır.

İnsanlarımız boş zamanlarında askerî eğitimler yapmış, bu eğitimleri zaman zaman oyuna dönüştürmüşlerdir. Kılıç-kalkan oyunları bu şekilde günümüze kadar gelmiştir. Askeri folklorumuzun önemli bir parçası olan, güreş ve cirit gibi, kılıç-kalkan da zamanla, çıkardıkları seslerin ritmik eşliğinde, halk oyunları arasında yer edinmiştir.  

Kılıç-kalkan Oyununun Kayseri'deki durumuna bakacak
olursak, Mahmut R.Gâzimihâl; “Halk Oyunları Kataloğu” adlı
kitabındaki "Düğünlerde Oyun" adlı maddede, şu bilgileri
vermektedir.
"Kayseri'de çarşamba sabahı oğlan evinin kapısında davul,
düdük çalınır. Baş devenin boynunda tefçi, kemancı, önde kalkan, zeybek bulunur. Bu meydana gelince kalkan oynanır."
Gâzimihâl, gene aynı eserindeki "Samah" maddesinde
"Türkiye'nin sıhhî ve İçtimâî Coğrafyası" serisinin Kayseri sancağına ait kitabından aktardığı yazısında ise şu bilgileri vermektedir.
"Kayseri'de İlmiyyenin (Medrese Mezunlarının) İcâzet
(Diploma) Merâsimi:
"Medrese-i İlmiyye" de tahsil-i ulûm (bilim öğrenimi gören) ve
tekmil-i nüsah (bütün derslerini tamamlayan) hoca efendiler, okudukları hocalardan ahz-ı icâzet etmezden (diploma almadan) üç beş gün evvel beyaz imâmelerini (sarıklarını) daha büyük tarzda sarıp, sırtlarına biniş ve ayaklarına sarı mes ve papuç giyerek bilûmum (bütün) ulemâyı (bilginleri, âlimleri) hâne be-hâne (ev ev) gezerek ziyâret ederler ve bunların yanında rehber ve papuç çeverir bir iki talebe bulunur.  Mahmut Ragıp Gâzimihâl, a.g.e., C. I, s. 166.

Ziyâret tekmil edildikten (tamamlandıktan) sonra İcâzet îtâ edecek (diploma, ruhsat verecek) ulemâ efendiler (âlimler, medrese öğretmenleri) tarafından perşembe günü sabahleyin; Akşam hatm-i havâceye, yârın Câmi-i Şerifinde duaya buyuracaksınız" denilerek bilûmum (bütün) ulemâ efendilere ve medresenîşin (medreseli) talebe-i ulûma (bilim öğrencilerine) de; "Akşam Samaha, yârın duaya buyuracaksınız" denilerek birer davetçi gönderilir. Samah demek "Medrese-i İlmiyye" de talebe-i ulûma (bilim öğrenen öğrencilere) mahsus bir şenlik demektir. İcâzet alacak hoca efendilerin okudukları medreselerden hangisi daha vâsi (büyük) ve şenlik yapmaya daha münâsip (uygun) ise o medrese tefrik (seçilmek) ve tertip, kandil ve meş'aleler yapmaya daha münâsip olanı büyük hoca efendilere alâ-merâtibihim (derecelerine göre) dizilmek suretiyle ulemâ efendileri ihtiramla (saygıyla) selâmlarlar. Bir taraftan da diğer medreselerin mevûd (davetli) bulunan talebe-i ulûmu kalkan ve bıçak oyunu yaparak ve gündüzden tehiyye eyledikleri (hazırladıkları) gülünçlü bir takım oyunlar göstererek medreseye duhûl eder (girer) ve her bir medrese talebesi kendilerine tahsis ve irâe (tayin) olunan odalara yerleşirler. Samah medresesinde zeybek kıyafetinde eli topuzbaş değnekli ve silâhlı, bıçaklı Zebo nâmıyla149bir kaç talebe donatılmış olur. Bunların vazifesi misafirîne kahve tevzi etmek (dağıtmak) ve hidemât-ı sairede (diğer hizmetlerde) bulunmaktır."

Geçtiğimiz yüzyılın başlarına rastlayan bu törenden de
anlaşılacağı gibi yöremizde bıçak ve kalkanla oynanmakta olan biroyunun mevcudiyeti söz konusudur.    
Hasan YÜKSEL

Not: Fotoğraf İncesu'da Çekilmiştir

25 Eylül 2013 Çarşamba

ŞABAN HACIPAŞAOĞLU


ŞABAN HACIPAŞAOĞLU (1945 – 2013)

1 Haziran 1945 Yılında Bünyan’da Doğdu.  Babası Bürüngüzlü Mehmet Mazhar bey, Annesi Girveli’ li Necla Hanımdır. Babası ve Annesi Bünyan’ın ekonomik hayatında çok büyük yeri olan Sümerbank’ta çalışan memurlardı.
Hacıpaşaoğlu İlk ve Ortaokulu Bünyan’da okudu. 1963’te Kayseri Lisesini bitirdi. Bu mezuniyeti müteakip TC Ziraat Bankası’na girdi.  Burada çalışırken 1967’de Kayseri Kız Öğretmen Okulu’ndan fark derslerini  vererek ilk öğretmen  okulu mezun oldu.  Atandığı ilk yer B.Bürüngüz oldu. Askerliğini de er öğretmen olarak bu köyde yaptı. Kayserinin çeşitli ilçelerinde öğretmenlik yaptıktan sonra   Bünyan’da öğretmenliğe devam etti. Sırasıyla Bünyan-Doğanlar İlkokulu öğretmenliği, Çağlayan İlkokulu müdürlüğü, Cumhuriyet İlkokulu müdürlüğü görevlerini yürüttü.  Mesleğinde ki başarısından dolayı 1990 yılında yılın öğretmeni seçildi.   Daha sonrasında ise 1993 yılında  Bünyan Halk Eğitimi Müdürü oldu. Bu görevde 18 sene kaldıktan sonra 15.08.1995’ te emekli oldu.
Emekli olduktan sonra eğitimciliğe hiç ara vermedi. Kendi mamulü olan kök boyalarla nadide halı ve kilimler üretti. Bünyan halıcılığının eski ihtişamına dönmesi için gayretler gösterdi.  23 Haziran 2013 günü Hakka yürüdü. Evli ve iki çocuk babasıdır.
Kaynak: Kayseri Büyükşehir Ansiklopedisi 3. Cilt

Bilgi Yurdu Gençlik Dergisi Sayı 38.

20 Eylül 2013 Cuma

HALK OYUNLARI TARİHİ - Hasan YÜKSEL



HALK OYUNLARININ TARİHİ

Halk oyunları kökleri çok eskilere dayalı dini törenlerden, ulusal töreleri koruyarak, yüzyıllar içerisinde yoğrulup gelişerek günümüze kadar ulaşmıştır. Türklerin eski dini olan Şamanlığın başlıca ibadeti de oyundur. Şaman din adamlarına verilen ilk isimlerinden biri de "Oyun" dur. Bu dini ayinlerde bu din adamları ellerindeki davul, def gibi aletlerle, başında bulunduğu topluluklarla ilâhları arasında bir aracı olur, çevredeki kötü ruhları kovar, iyi ruhlara yol açar, el kol ve ayak hareketleri ile bu dini ayini bütünleştirirdi. Böylece ilk danslar doğmuş ve gittikçe gelişen figürlerle, değişen olaylarla halk arasına yerleşmiştir. Yani kısacası halk oyunlarının ilk temellerinin Şaman ayinleri ile başlayıp geliştiğini söyleyebiliriz. 

Cengiz Aydın, halk oyunlarının tarihi ile ilgili olarak yazdığı bir makalesinde, bir bakıma halk oyunlarının Orta Asya' da ki Türk tarihine ışık tuttuğunu söylemektedir. Çinli bir şair hanım, Hun beyine gelin gelmiş ve memleketine gönderdiği mektupta Hunların âdetlerinden manzum şekilde şöyle söz etmiştir. 
DAVULU HER GECE DURMAZ DÖVERLER
TA GÜNEŞLER DOĞANA DEK DÖNERLER. 
Bu mektup sıra oyunlarının (M.Ö.200) yıllarında ateş çevresinde davul eşliğinde oynandığını ve halk oyunlarının sabahlara dek sürdürüldüğünü kanıtlayan bir belgedir . Çinli gelinin yazdığı bu şiirde Hunların yaşantısından da bahsedilmekte ve gurbet hayatı karamsar bir şekilde anlatılmakta, memlekete duyulan özlem belirtilmektedir. 
Türkler’in göçebe hayat yaşıyor olmalarına rağmen kendi kültürlerinin özünü kaybetmemiş ve Anadolu’ya yerleşene kadar, geçtikleri bütün toprakların kültürlerinden az veya çok da olsa bir şeyler almış, Anadolu’ya yerleştikten sonra eski Anadolu medeniyetlerinin kültürlerini de bünyesinde birleştirmesini bilmiştir. 

Türkler Orta Asya'dan getirdiklerini Hititlerin, Frigya, İyon, Bizans kültür birikimleri üzerinde; Selçuklular ve Osmanlılarla sürdürerek yücelttiler. Bu yüceltme sonucunda ortaya çıkan paha biçilmez Halk Oyunlarımızı gelenekler içinde, göreneklerimizde yaşatarak bütün çeşitleri ile günümüze kadar getirdiler . Buna en güzel örneği bir kaç yöre ile birlikte Kayseri yöresinde oynanan, Kasap oyununu verebiliriz. Kasap oyununun geçmişi hakkında kaynaklarda pek fazla bir bilgi yer almamaktadır. Buna rağmen bu oyunun Yunan veya Bizans kaynaklı olduğu belirtilmekle beraber, Mahmut Ragıp Gâzimihâl'de kaynağının şüpheli olduğunu bildirmekte ve, "mübadil (Türklerle değiştirilmiş) Rumlardan kalması muhtemeldir " demektedir. 
Türklerin Müslümanlığa geçişleri de, halk oyunlarında değişikliğe yol açmamıştır. Aksine Türkler bu zengin kültürlerini, İslam gelenekleri ile yoğurarak kendisine uydurmayı bilmiştir. 

İslamlıktan sonra oluşan bazı tarikatlar halk oyunlarını ve halk müziğini, İslamlıkla daha da bütünleştirmişlerdir. Mevlevi ve Bektaşilik gibi dinsel tarikatların müzik ve oyun gelenekleri İslam’ın etkisiyle oluşmuş bir folklorik oluşum olarak Türk kültürü içinde yerini almıştır. 
Geçtiğimiz yüzyılın başında bütün dünyada olduğu gibi Türkiye'de de folklor faaliyetleri hızlı bir şekilde artmış. Halk oyunları konusunda da ilk örneklerini vermiştir. 1900 yılında Halk Oyunları ile ilgili ilk yazı "Nevsâl-i Âfiyet-i Salname-i Tıbbi" adlı bir tıp yıllığında "Raks" başlığı ile Rıza Tevfik' le başlamış ve 1926 yılından sonra ise bu konudaki yazılar giderek artmıştır.
Cumhuriyet kurulduktan sonra, Türk kültürüne verilen önem kadar halk oyunlarına da daha çok değer verildi ve bu konuda birçok araştırmalar yapıldı.
1927 yılında kurulan Halk Bilgisi derneği ilk defa, yayınladığı bir rehberde 15 maddelik kadroda "Raks" adı altında ana bir maddeye yer verdi 
1929 yılında İstanbul Devlet Konservatuarı tarafından, Yusuf Ziya Demircioğlu, Mahmut Ragıp Gazimihal, Ferruh Arsunar, Abdülkadir İnan ve bir sinema operatöründen oluşturulan bir kadro tarafından ilk defa Trabzon, Rize, Erzincan ve Erzurum halk oyunları filme alınmıştır . Mahmut Ragıp Gazimihal'in bu gezi ile birlikte daha sonraki yıllarda Anadolu da yaptığı halk oyunları gezi ve araştırmalarının notları, Nail Tan ve Ahmet Çakır tarafından baskıya hazırlanarak üç cilt halinde Türk “Halk Oyunları Kataloğu” adı altında Kültür Bakanlığı tarafından yayınlanmıştır.

İlk Halk Oyunları çalışmaları düzenli bir halde kendini 1932’de 
kurulan Halkevlerinde gösterdi. Hemen hemen her ilde Halk Oyunları Topluluğu, Halkevleri bünyesinde kuruldu ve şenlikler düzenlendi.1944 yılından sonra bu çalışmalar kendini köy enstitülerinde, öğretmen okullarında gösterdi. 1955 yılında ve daha sonraki yıllarda Yapı ve Kredi Bankası halk oyunları üzerinde büyük bir duyarlılık gösterdi. "Türk Halk Oyunlarını Yaşatma ve Yayma Tesisi" adlı bir örgüt kurdu ve düzenlediği şenlik ve festivallerle halk oyunlarını uzun yıllar yaşattı.

1968 yılında Türk Halk Oyunlarını Yaşatma ve Yayma Tesisi tarafından, Afyon, Kayseri, Elazığ ve Adana'da düzenlenen (Dört Bölge Şenlikleri)nin iki yıl süren hazırlık gezileriyle, Anadolu ve Trakya, halk oyunları bakımından bir kez daha baştan sona taranmış oldu . İki yıl süren bölge şenliklerinin gezileri sırasında tespit edilen 1600 Halk Oyunundan 400 kadarının yaşamakta olduğu anlaşıldı. 
Yurdumuzda ilk halk oyunları semineri 1961 yılında yine Türk Halk Oyunlarını Yaşatma ve Yayma Tesisince düzenlenmiştir. Bu seminerde 16 bildiri yayınlanmıştır.

Yapı ve Kredi Bankasının öncülüğünde yapılan bu gezi ve şenliklerde elde edilen halk oyunlarıyla ilgili geniş bilgi ve araştırmalar, Sadi Yaver Ataman tarafından "100 Türk Halk Oyunu" adlı kitapta toplanmış ve 1975 yılında yayımlanmıştır. Kayseri'nin de yer aldığı bu şenlik ve araştırmalarla ilgili bilgiler şehrimiz için önemli bir kaynak olmuştur. Şehrimizle ilgili çalışmalara daha sonraki satırlarda yer vereceğiz. 

Halkevlerinin kapatılmasından sonra Halk oyunlarına yeni kurulan dernekler ve üniversiteler sahip çıkmaya başlamış ve çeşitli gösteriler düzenlemişlerdir. 
1964’ten sonraki yıllarda bu tür şenlikler yerlerini yavaş yavaş yarışmalara terk etmeye başlamış, bu konuda Yeni Halkevleri, Turizm ve Tanıtma Bakanlığı ve Milliyet gazetesi öncü olmuşlardır. Milliyet gazetesi, halk oyunları yarışmalarını lise ve dengi okullar arası halk oyunları yarışmalarına dönüştürmüştür.
Bu arada yurt içinde başarı kazanan birçok halk oyunları ekipleri bu konuda uzman olan değerli yöneticilerle birçok yurt dışı festival, şenlik ve yarışmalarda ülkemizi hakkıyla temsil etmişlerdir.

Türkiye Cumhuriyetinin kültüre verdiği önemin, bakanlıklarda kurulan birimler sayesinde daha da geliştiğini görüyoruz. Turizm ve Tanıtma Bakanlığının bünyesinde, bu konu ile ilgili olarak Tanıtma Genel Müdürlüğü'ne bağlı, Folklor Dairesi oluşturuldu. Bu bakanlığın 1968 yılında düzenlediği halk oyunları yarışması, bu alanda başı çekti. Kültür Bakanlığına bağlı olarak Milli Folklor Araştırma Dairesi oluşturuldu ve ilk defa 1975 yılında Devlet Halk Dansları Topluluğu kuruldu. Gençlik ve Spor Bakanlığına bağlı İzcilik ve Boş Zamanları Değerlendirme Genel Müdürlüğünde Halk Oyunları Şubesi kurulmuştur. Milli Eğitim Bakanlığında ise Spor ve İzcilik Daire Başkanlığı oluşturulmuş , bu başkanlığa bağlı olarak Halk Oyunları Şubesi Kurulmuş olup, her iki bakanlık her yıl gençlik merkezleri ve okullar arası halk oyunları yarışmaları düzenlemektedirler. Ayrıca Dışişleri Bakanlığımızın Kültür Dairesi, yurt dışındaki halk oyunları ile ilgili her türlü faaliyette büyük katkılar göstermiştir. Bunların dışında TRT, Müzeler Genel Müdürlüğü ve konservatuarların halk oyunlarına verdikleri destek küçümsenmeyecek kadar önemlidir. 
Kaynak: KAYSERİ HALK OYUNLARI,GİYİM KUŞAM, KÖY SEYİRLİK OYUNLARI , Hasan YÜKSEL, Saim DELİGÖZ, Bilge Han DELİGÖZ, Kayseri - 2004 
Fotoğraf. Kayseri Valiliği

19 Eylül 2013 Perşembe

BÜNYAN SIKTIRMA HALAYI


ZEKERİYA BOZDAĞ


ZEKERİYA BOZDAĞ (1930 – 1985)
1930 yılında Bünyan’ın Hazarşah köyünde doğmuştur. Babası Hazarşalı, annesi  Yeni Süksün’lüdür . İlköğretimini bu köyde tamamlayan Bozdağ,  Ticaret için Ankara'ya giden babasıyla beraber Ankara’da çalışmış aynı zamanda okurken  Hasanoğlan Köy Enstitüsü'ndeki arkadaşlarına özenerek bir bağlama almış ve bağlama çalmayı 14-15 yaşlarındayken Mucip Arcıman'ın Kayabaşı Halkevi'nde açtığı kursta öğrenmiştir. On dokuz yaşında Nevşehir’in Hacıbektaş ilçesi’nden Meliha Hanım’la evlenen Zekeriya Bozdağ, Ankara’da, öğrendiği saz ile  kısa sürede yöre düğün ve eğlencelerinin aranan ismi oldu. Zekeriya Bozdağ, daha sonraları, repertuarını geliştirmek için Ankara civarındaki köylerde derlemeler yapmıştır. "Madem dilber meylin yok idi bende", "Kayaların arını", "Hasta düştüm bir odada yatarım" isimli türküler bunlardan bazılarıdır.

Kıvrak ve duygulu sazı, içli ve dokunaklı sesi ile dönemin bilinen ve sevilen Orta Anadolu Türküleri’ni yorumladığı 45’lik plaklarının önemli satış rakamlarına ulaşması, Türkiye çapında tanınmış ses ve saz sanatçısı olmasını sağladı.  Ankara’da bir taraftan düğün salonlarında ve gazinolarda, diğer taraftan ülke genelinde konserlerine devam ederken,Hocası Mucip Arcıman sayesinde yöresel özellik gösteren sanatçılara ayrı bir önem veren Muzaffer Sarısözen ile tanıştı. Bu sayede TRT Ankara Radyosu’nun akitli (kaşeli) sanatçıları arasında yer aldı. Ayda iki kere 15’er dakikalık sürelerle sınırı› “bir solist” programında okuduğu türküler  Zekeriya Bozdağ’ın daha da  tanınmasını sağladı. Büyük şehir ve gazino ortamı, Bayram Aracı başta olmak üzere dönemin popüler diğer ses ve saz sanatçılarında olduğu gibi, Zekeriya Bozdağ’da da yeni arayışlara yol açarak, zamanın, ortamın ve şartların gerektirdiği tarzda yeni besteler yapmaya âdeta mecbur etti. Sözleri günümüz ünlü şairlerinden Abdurrahim Karakoç’a ait “Unutmak kolay mı deme Unutursun Mihribanım Oğlun kızın olsun hele Unutursun Mihribanım” adlı türkü Zekeriya Bozdağ’ın ilk bestelerindendir.

TRT Repertuarında kendisinden derlenen “Ben Giderken Ekinleri Göğüdü” adlı Kayseri türküsü ve Orta Anadolu yöresinin en yaygın uzun havalarından biri olan “Küçükten Görmedim Ana Kucağı” ve “Atım Kalk Gidelim Harap haneden” adlı bozlaklar dışında türkü olmaması, Zekeriya Bozdağ’ın dağarcığında yöre türkülerinin bulunmadığı ve kendisinin kaynak kişi olma özelliğinin olmadığı anlamına gelmiyor. Notaya alınmayı bekleyen 45’lik plaklarda kalmış kendisinin derlediği ya da kaynak kişi olarak ilk defa okuduğu çok sayıda Kayseri türküsü olduğunu biliyoruz. Zekeriya Bozdağ 1965-1980 yılları arasında, özellikle Orta Anadolu Türküleri’ni okuduğu 45’lik plakları en çok satan sanatçılardan biri olarak, dönemin hemen hemen tek şöhret aracı olan devlet radyosu imkânlarından ziyade, piyasa şartlarında şöhret olmuş bir sanatçıdır. Özel repertuarında daha çok Ankara türküsünün bulunması, bir dönem saz çalıp türkü söyleyen herkesin hayranlık duyduğu Ankaralı usta sanatçı Bayram Aracı’nın etkisine bağlanabilir. Vefatından yaklaşık on yıl kadar önce gittiği hac dönüşü profesyonel müzik hayatını noktalayarak, bir daha eline almamak üzere sazını duvara asan Zekeriya Bozdağ, solo bağlama ile çalıp okuyan sanatçılar kuşağının önemli isimlerinden biridir.

Eserleri:
TAŞ PLAKLARI: - 78lik
Sap Kağnısı / Hasta Düştüm Gurbet Elde (Maya)
Columbia Plak 17997 (Tarihi bilinmiyor)

45’LİKLERİ:
1- Berber / Kardaş Kurşunu (Maya)
Columbia Plak 32
Ingiltere Basimi. (1960)
2- Berber Türküsü / Kardes Kurşunu (Maya)
Columbia Plak 469 (1964)
3- Gazla Şoförüm Gazla / Avşar Bozlağı Yiğitleme
Ergas Plak 7 (1965)
4- Çavuş Sizin Eviniz / Badeli Nahsen'in Ağıtı
Columbia Plak 511 (1965)
5- Muktadın Ağıtı / Mor Koyun Meler Gelir
Columbia Plak 523 (1965)
6-Nurettin'in Ağıtı / Seni Gidi Mavili
Columbia Plak 551 (1965)
7- Askere Mektup / Gamkasavet
Columbia Plak 618 (1966)
8- Harman Yeri / Erzurum'dan da Esen Rüzgar (Maya)
Columbia Plak 650 (1966)
9- Atım Kalk Gidelim 1 / Atım Kalk Gidelim 2
Columbia Plak 658 (1966)
10- Bitmedi Gözümün Kan İle Yaşı (Maya) / Nonoşum (Kurbani)
Columbia Plak 668 (1966)
11- Şahin Bey Ağıdı / Muallim
Ergas Plak (1967)
12- Şeker Dağı (Maya) / Ankara'nın Eleği
Ergas Plak 133 (1967)
13- Yandım Name Gelin / Sebep
Netfon 42 (1967)
14- Köprüden Geçti Gelin / Haki Pantalon Dar dedin, Gurbette Ayrılk Zor Dedin
Netfon 43 (1967)
15-1967
Gardiyan (Maya) / İnlesem Bağrıma Basıp Sazımı
Columbia Plak
16- Kırşehir Gülleri / Anam Yol Üstüne Gelirse
Columbia Plak (1967)
17- Yeşil İpek Bükeyim / Dalından Ayrılan Kuru
Columbia Plak (1967)
18- Ankara Oyun Havası / Bülbül Havalanmış
Columbia Plak 719 (1967)
19- Sarı Yıldız Oyun Havası / Şu Karşı ki Dağlar (Bozlak)
Columbia Plak 724 (1967)
20- Misket / Uyan Hacı Beyim
Columbia Plak 735 (1967)
21- Orhan Subay'a Ağıt / Ela Gözlü Nazlı Yari Görem Dedim Göremedim
Columbia Plak 738 (1967)
22- Küçükten Görmedim Ana Kucağı (Bozlak) / Nar Ağacı
Columbia Plak 749 (1967)
23- Atım Arap / İki Bülbül
Columbia Plak 758 (1967)
24- Fidayda / Aman Gezdir Ağam Kıratı Gezdir
Columbia Plak 765 (1967)
25- Çubuk Uzun / Soğuk Su Başında
Columbia Plak 770 (1967)
26- Postacı Sevgilimden Mektup Varmı? / Mihribanım
Columbia Plak 786 (1967)
27- Çiçek Dağı / Elleri Ufacık Ufacık
Columbia Plak 823 (1967)
28- Gesi Bağları / Kızılırmak (Ağıt)
Columbia Plak 832 (1967)
29- Çiftetelli / Karşılama
Columbia Plak 835 (1967)
30-1967
Ne Güzel Yaraşmış Güller Ayşe'ye / Sultan Süleyman'a Kalmayan Dünya
Columbia Plak 838
32- İnsafınız Yok mu (Bozlak) / Ne Dedim de Kömür Gözlüm Darıldın
Coşkun Plak 0780 (1968)
33- Süre Süre İndirdiler Yazıya (Bozlak) / Yandım Aman Sarı Kız
Hülya Plak 91 (1968)
34- Muktadın Ağıtının Devamı (Bozlak) / Tut Kaynana Dilini
Hülya Plak 92 (1968)
35- Karamanlı / Bütün Güzelliğin Dünden Ziyade
Pathe 555 (1968)
36- Aşagıdan Gelir Kozalı Gelin / Bahçelerde Meleme
Pathe 556 (1968)
37- Yaban Elleri / Kirpikleri Benim İçin Cenk Eder
Pathe 557 (1968)
38- Hak Yoluna Varanların / Nice Defterlerden İsmim Silindi
Sevilen Plak 73 (1968)
39- Baba İntizarı (Maya) / A Benim Gülizarım
Sevilen Plak 74
Nebahat Yildiz ile. (1968)
40- Necip / Vatandaş Türküsü
Sevilen Plak 85
Nebahat Yildiz ile. (1968)
41- Merdivenin Altında Gel Odama Odama / Ela Gözlü Dilber
Türkofon Türkiye 5565 (1968)
42- Gök Yüzünde Bölük Bölük Turnalar / Karşı Bağda Sıra Sıra Bademler
Türkofon Türkiye 5567 (1968)
43- Yürü Yavrum Yürü / Anasına Kızına Duvardakı Sazına
Türkofon Türkiye 5626 (1968)
44- Mektup Var Mı Postacı / Ham Meyvayı Kopardılar
Türkofon Türkiye 5633 (1968)
45- Atım Kalk Gidelim Haleb´e / Almanya'dan Köye Mektup
Türkofon Türkiye 5634 (1968)
46- İpekli Yorgan (U.H) / Menekşe Koymuşlar Gülün Adını
Türkofon Türkiye (1969)
47- Karşıda Kürt Evleri / Badı Sabah
Türkofon Türkiye (1969)
48- Kızılırmak / Hey Onbeşli Onbeşli
Türkofon Türkiye (1969)
49- Kesik Çayır / Menteşeli
Türkofon Türkiye 5657 (1969)
50- Vatan Hasreti / Hasta Düştüm Elim Tutmaz Kalemi
Türkofon Türkiye 5702 (1969)
51- Soğuk Su Başında Biter Yosunlar / Çiçek Dağı
Türkofon Türkiye 5703 (1969)
52- Sokakları Gosdak Gosdak Yürüme / Eşme Kaya Kavakları
Türkofon Türkiye 5776 (1969)
53- Suda Balık Yan Gider / Keklik İdim Vurdular
Türkofon Türkiye 5778 (1969)
54- Ayaş Bellerinden Aştım da Geldim / Kestanenin İrisi
Türkofon Türkiye 5780 (1969)
55- Feridem / Hele dursun
Fonex 509 (1970)
56- Osman'ın Ağıdı / Kara Gözlüm
Fonex 510 (1970)
57- Bir Ömür (1) / Bir Ömür (2)
Fonex 511 (1970)
58- Kesik Çayır / Menteşeli
Hülya Plak 236 (1971)
59- Ankara'da Yedim Taze Meyvayı / Bir Dalda İki Elma
Hülya Plak 237 (1971)
60- Halkalı Şeker / Şu Yalan Dünyaya Geldim Geleli
Hülya Plak 238 (1971)
61- Mehmed'in Ağıtı (Konuşmalı) / Yalvarsam Ulu Mevlaya
Hülya Plak 637 (1972)
62- Sarı Yıldız (Oyun Havası) / Habibin Ağıtı (Konuşmalı)
Hülya Plak 638 (1972)
63-Sarı Yıldız (Oyun Havası) / Habibin Ağıtı (Konuşmalı)
Hülya Plak 638
64- Alamanya Treni / Sarı Saçlarına Ela Gözüne
Hülya Plak 664 (1973)
65- Kılıbık (Konuşmalı) / Dudu
Hülya Plak 741 (1973)
66- Avşar Bozlağı (Yiğitleme) / Gazla Şoförüm Gazla
Hülya Plak 806 (1973)
67- Suna Boylum / Seher Yeli
Hülya Plak 807 (1973)
68- Kaçma Güzel Kaçma / Uyan Kamberim Uyan
Hülya Plak 808 (1973)
69-Bende Bu Cihana Geldim Geleli / Şeker Oğlan
Murat Plak 2 (Tarih Bilinmiyor)
70-Neyleyim Dünyanın Yalan Ziynetini(U.H) / Ankara'lım (Oyun Havası)
Özleyiş 506 (Tarih Bilinmiyor)
71-Aşağıdan Gelir Eli Develi / Çayırlıkta Çimenlikte Evim Var
Türk Plak 154 (Tarih Bilinmiyor)
72-Gelir Mezarını Yoklarım / Okkalı Halimem
Şenses Plak 1369(Tarih Bilinmiyor)
73-Ben Seni Sevmişem / Ela Gözlüm Var mı Ola
Şenses Plak 1379 (Tarih Bilinmiyor)

ALBÜM VE KASETLERİ:
1-Zekeriya Bozdağ
Edifon 1555 (1974)
2-Zekeriya Bozdağ 1
Minareci Almanya 3067 (1974)
3- Zekeriya Bozdağ
Türküola Almanya 0231 (1974)
4-Zekeriya Bozdağ 3 Harika (1975)
5- Zekeriya Bozdağ & Kemal Keskin / Leylam, Minareci Almanya 3579 (1979)
6-Güzel Ne Güzel Olmuşsun, Abaoğlu Kasetçilik MC 014 (1988)
7- Soğuk Su Başında Biter Yosunlar, Bey Plak - Kasetçilik (1988)
8-Muktadın Ağıdı, Hülya Plak 0598 (Tarih Bilinmiyor)

Derleyen:  Hasan YÜKSEL

Kaynak:
1- Kayseri Ansiklopedisi.
2-  Halk Müziğimizin Eski Ustaları [TRT radyo programı], Yücel Paşmakçı (hazırlayan), ilk yayın tarihi 2 Ocak 1981.
3-Zekeriya Bozdağ Diskografisi, diskotek.info