21 Şubat 2015 Cumartesi

AŞIK SEYRANİ


Türk Halk Edebiyatı’nın zirve isimlerinden biri olan Develi’li (Everek’li) Seyrani’nin doğum tarihi kesin değildir. 1800 veya 1807 yılında doğduğuna dair kayıtlar vardır. Bugün Kayseri ilinin en büyük ilçesi olan, o yıllarda Everek adıyla bilinen Develi’de doğmuştur. Asıl adı Mehmet’tir.
Babası fakir bir mahalle camii imamı olan Hoca Cafer Efendi’dir. Çocukluğu ekonomik güçlüklerle geçmesine rağmen babasının sayesinde medrese eğitimi almaktan geri kalmamıştır.
Seyrani’nin hayatı ile ilgili kesin bilgiler mevcut olmadığından halk kendisi için bazı menkıbeler yayarak bu eksikliği gidermeye çalışmıştır. Seyrani’nin ününü duyan çevre vilayet ve kaza aşıkları sık sık Develi’ye gelerek onunla atışırlar. Seyrani ustalığını konuşturarak onları pes ettirir. Ama artık ona Develi dar gelmeye başlamıştır, İstanbul’a gitmeyi arzular.
Seyrani, büyük bir ihtimalle Sultan Abdülmecit’in tahta geçtiği yıl olan 1839 yılında İstanbul’a gelir. O yıllarda İstanbul’da semai kahvelerine, söz meclislerine ilgi gösterilir, aşıklar birer bilge kişi olarak görülür, dinlenirdi. Bu meclislerin tiryakileri, aşıkları yalnız bırakmaz, onları meclisten meclise, kahveden kahveye taşırlardı. Saray’da devlet erkanının konaklarında, zenginlerin köşklerinde bir araya gelen aşıklar, birbiriyle tanışır, söyleşir, atışırlardı. Bazı paşa ve beyler, şairleri himaye eder onlara rahat bir hayat sağlarlardı. Böylesi bir zamanda İstanbul’a giden Seyrani, zamanın saz ve kalem şairleriyle tanışır, bilişir. Seyrani, İstanbul’a gelmişken yarım kalan medrese öğrenimini tamamlar. Şu sözleriyle tanımlamıştır bu günlerini:
“Yedi yıl eğlendi, kaldı Seyrani Bütün tahsil etti ilmi irfanı Sendeyken her türlü mürüvvet kanı Bulmadın derdime çare İstanbul”
Ancak Seyrani karakteri gereği, etrafında gördüğü yanlışlıklara, bu yanlışlıkları yapan Padişah da olsa görmezlikten gelemeyen ve şiirlerinde bu durumları ağır bir şekilde hicveden bir şairdir. Bu yüzden hakkında soruşturma açılmış ve yakalanmamak için de Develi’li bir dostunun yardımıyla Develi’ye kaçmak zorunda kalmıştır. Bir süre burada kalan Seyrani daha sonra Halep’e gider. Burada da tutunamayan Seyrani tekrar Develi’ye gelir. Yaşadığı süre içerisinde Develi onun kıymetini pek anlayamamıştır. Yakalandığı sinir hastalığından dolayı ona “Deli Seyrani” denmiş, son yıllarını Develi’de yoksulluk içinde geçirmiştir.
Yoksulluğunu, çektiği acıları, dik kafalı bir ozan oluşuna bağlamak pek yanlış olmaz. Seyrani devrindeki gelişmeleri yakından takip etmiş, yanlışlıkları eleştirmiş, şiirlerinde kendisinden önceki ozanların alışılmış konu sınırlarının dışına çıkmıştır. Olaylara genellikle eleştirel gözle bakmış ve halkın sesi olmaya özen göstermiştir. Şiirleri hem ele aldığı konu bakımından hem de kafiye yapısı bakımından çeşitli ve zengindir. Şiirlerinde daha önce kimsede rastlanmayan kafiye yapılarına yer vermiştir. Şiirlerinde bazen bir tarikat ehli, bazen siyasi bir eleştirmen, bazen de koyu bir aşık olur. Bu da Seyrani’nin içten, dindar, duygulu ve duyarlı bir kişi olduğunu gösterir.
Seyrani, 19. yüzyıl halk edebiyatımızın şüphesiz en değerli örneklerinden birisi olarak diğer halk ozanlarını da etkilemeyi başarmıştır. Kendisi hakkında yapılan araştırma ve incelemeler son yıllarda çoğalmıştır. Eserlerinden bazıları bestelenerek icra edilmiştir.

Ağlar Gezerim 

Aşkın Derdine Düşeli
Mecnunum Dağlar Gezerim
Katram Kaynayıp Coşalı
Sel Oldum, Çağlar Gezerim

Pîr Eşiğin Bildim
Kabe Hatası Var İse Tövbe
Derd İle Erdim Eyyüb'e
Yaremi Bağlar Gezerim

Kimi Beydir, Kimi Geda
Cümlesine Yaren Hüda
Yusuf'umdan Düştüm Cüda
Yakub'um Ağlar Gezerim

SEYRANİ, Aşkın Tur'unda
Tecelli Gördüm Nurunda
Gerçeklerin Huzurunda
Çürüğüm, Sağlar Gezerim

Âlemde Bir Devir Dönüyor Amma

Âlemde bir devir dönüyor amma
Devr-i İngiliz mi Frenk mi bilmem
Halli kolay değil, pek güç muamma
Zâlim zulmü göğe direk mi bilmem

Üzerimden güneş doğup aşıyor
Eriyip kar gibi bahtım üşüyor
Gönül tandırında bir aş pişiyor
Yanan ciğer midir, yürek mi bilmem

Aşkımın sönmüyor, eyvah közleri
Ne gecesi belli, ne gündüzleri
Dinleyene Seyranî'nin sözleri
Gerek değil midir, gerek mi bilmem



Aşkın Arısına Düşürme Telaş

Aşkın arısına düşürme telaş
İster isen benden bal, kara gözlüm
Muhabbet dilersen semtinde dolaş
Dilemezsen gamda kal, kara gözlüm

Er gerektir erin kadrin bilmeğe
Âşık gerek mâşuk gülün dermeye
Mevlâ kul keyfince meyva vermeye
Kaadir yaratmağa dal, kara gözlüm

İnsan dedikleri hep bir soy imiş
Kudret ölçüsünde hep bir boy imiş
Gönül kimi sever güzel o imiş
Sen haktan dileğin al, kara gözlüm

Yükseklerde taşkın esne, yel gibi
Bulandırma Seyranî'yi, sel gibi
Haddeden çekilmiş demir tel gibi
Çek beni bağrına çal, kara gözlüm



Aşkın Eleğini Aldım Elime

Aşkın eleğini aldım elime
Çalkamadan unu eler eleğim
Dil ağlar avunmaz pîr-i velime
Beşiğine niyaz edip belerim

Beşik bulunmazsa pîrin evinde
Salıncak çok şah'ı Merdan Ali'mde
Demir asâ aşındırıp elimde
Ayağıma demir çarık delerim

Terk eyledi gönül kuşu yuvasın
Bulamadım ben bir yayla havasın
Buluncaya kadar derdim devasın
Elbette ağlarım sanma gülerim

Ey Seyranî sağmal ile yozumu
Sınamışım taşlı değil düzümü
Arzularım ben bulamam kuzumu
Dertli dertli koyun gibi melerim



Ateş Vapurunu İcat Edenler

Ateş vapurunu icat edenler
Yelken açıp yel kadrini ne bilsin
Süleyman'dır kuş dilini söyleyen
Her Süleyman dil kadrini ne bilsin

Hayvanlarda bir kaç çeşit fırkalar
Kimi düzden aşar kimi yorgalar
Necasete müştak olan kargalar
Has bahçede gül kadrini ne bilsin

Seyrani Baba'nın beli büküldü
Ağzının içinde dişi söküldü
Davut Nebi sadasından çekildi
Saz çalmayan tel kadrini ne bilsin



Bilmediğin Nâsa Olursan Kefil

Bilmediğin nâsa olursan kefil
Acını kesemez tarçın zencefil
Düşer itibardan olursun sefil
Cürümlerin süt kardeşi kefalet

Misafir bulursan hanene getür
Bir içim su ile keyfini yetür
Bir mümkün hâceti olsa bitür
Sen tig-i emrine eyle itaat

Örtülmüşü açma, açığı örtme
Er isen Seyranî bir can ürkütme
Hasisin, bahılın gayretin gütme
Sonradan görmüşten alma emanet



Bir Sulu Çeşmenin Başına Vardım

Bir sulu çeşmenin başına vardım
Testime bir damla suyu akmadı
Arzuhalim şaha uzatıp verdim
Merhametle nazar edip bakmadı

Çeşme boğazına halkasın takar
Benden gayrısının kabına akar
Cümle tiryakiye kav çakmak çakar
Bir çakım kavcık da bana çakmadı

Kerbelâ halinden olmuşuz âgâh
Susuz şehit etti Yezid-i gümrâh
Fırat ırmağında bir damla eyvâh
Merhamet tesbihin delip takmadı

Seyranî var her bir işin sebebi
Dolaşıktır ikbalinin kelebi
Fakrın uykusuna yatmış Arab'ı
Yâ kıyamet demiş yatıp kalkmadı




Dağlarda Nergis Sanırdım

Dağlarda nergis sanırdım
Ala gözlü mestim seni
Sözünden özün tanırdım
Fehmederdim dostum seni

Lokma oldum hamurlardan
Ben soyundum samurlardan
Olur olmaz çamurlardan
Sakınmazdım üstüm seni

Varsam kırklar meclisine
Tuğra olsam sikkesine
Bir gerçeğin tekkesine
Seremedim postum seni

Dersin aldım 'İsm-i Hû'dan
Kara toprak kanlar yudan
Seyranî keyfimce sudan
Doldurmadım testim seni




Eğlen Hocam Eğlen Bir Sualim Var

Eğlen hocam eğlen bir sualim var
İz'an nedir erkan nedir yol nedir
Seni bana gayet fazıl dediler
İçerimde bir yaram var bil nedir

Cennetin kapısın Sallallah açar
Şeriat işini Muhammed seçer
Seksen bin evliya yurdundan göçer
Onları bekleten mutlu kul nedir

Muhammed dinidir yaptığım tapı
Bozulmaz Mevla'nın yaptığı yapı
On iki bahçede kırk sekiz kapı
Eşiği bekleyen iki kul nedir

Kıldan ince derler Sırat'ın yolu
Önünde Devletlu ardında Ali
Üçyüz altmış birdir selvinin dalı
Dalında açılan iki gül nedir

Başına bağlamış al yeşil çember
Kokuyor ağzında misk ile amber
Seksen bin evliya yüzbin peygamber
Önünde gidiyor iki kul nedir

Seyrani der diyar diyar gezmedim
Kalem alıp kaşın gözün yazmadım
Elim ile bir gemicik düzmedim
Gemi nedir derya nedir yol nedir




Everek Şehrinde Bir Güzel Gördüm

Everek şehrinde bir güzel gördüm
O da düşmüş bir kötününün eline
Ol hâk-i payine yüzümü sürdüm
Salınıp giderken kendi iline

Yüz yüze geldim günlerden bir gün
Cennetten etmişler dünyaya sürgün
Kötüye düşmüş de gönülü kırgın
Hayran oldum tatlı güzel diline

Selâmı verince eğlendi biraz
Atardı ağzına uğrunca çerez
Dudağının rengi sultanî kiraz
Hiç bir gül benzemez kendi gülüne

Karşıma geçmiş de gözünü süzer
Sanki Seyranî'nin bağrını ezer
Saçının bir teli bir cana değer
Bin kız kurban olsun böyle geline



Evvel Giymez İken İpek Mintanı

Evvel giymez iken ipek mintanı
Geyersin eğnine çul yavaş yavaş
Feragat kıl bırak aşk ü sevdayı
Olma bir dilbere kul yavaş yavaş

Heder olsa bir pul için her demin
Muhannet babına basma kademin
Emsaliyle konuşmayan ademin
Altun ismi olur pul yavaş yavaş

Soyundum libasım oldum uryanı
Seyrettim köşeyi çarhı devranı
Bu dünyanın işi bitti Seyrani
Başına bir çare bul yavaş yavaş



Eyvah Fukaranın Beli Büküldü

Eyvah fukaranın beli büküldü
Medet ticaretin gücüne kaldık
Eyiler alemden göçtü çekildi
Bizler zamanenin piçine kaldık

Rüşvet ile yarar hakim hücceti
Hüccet ile alır kadı rüşveti
Halk bilmiyor dini şer'i sünneti
Bozuldu sikkenin tuncuna kaldık

Sene bin iki yüz altmış beş tamam
Okunur ezanlar boş bekler imam
Seyrani bu nutkun sonu vesselam
İnanın dünyanın ucuna kaldık




Felek Bir Gün Bize Bir Yol Gülmedi

Felek bir gün bize bir yol gülmedi
Tuğlar taktı elin Seyranîsine
Yirmi dokuz harften al mahlâs deyi
Teklif eder durur Seyranî'sine

Er isen sözünü yürüt, bin ata
Söz ona değildir, bencedir ata
Olur olmaz adam söz ata ata
Pâre pâre oldu Seyranî'sine

Her âşık içtiğin hayat sanırlar
Her meclisi avlu, hayat sanırlar
Ben memat olsam da hayat sanırlar
Sağlığında girdi Seyranî'sine

Belki bu şeb bizde o yâr bulunur
Başı yastıktayken duyar bulunur
Sanma bu dünyada uyar bulunur
Everek'in ednâ Seyranî'sine



Merhemlerin Telef Etme Tabibim

Merhemlerin telef etme tabibim
Yaralarım kabul etmez em benim
Tecelliden böyle imiş nasibim
İşim gücüm oldu derd ü gam benim

Can havfından geçit yere varılmaz
Selâmet geçmeye köprü kurulmaz
Kızılırmak gibi asla durulmaz
Hasret ile akan gözden nem benim

Seyranî geçmiş gün geçmez destine
Rabbim kavuştura çeşm-i mestime
Gam keder gurbette bindi üstüme
At gibi ağzıma taktı gem benim



Nice Defterlerden İsmim Sildirdim

Nice defterlerden ismim sildirdim
Gelmedi hiç senden ses kara bahtım
Bahtın gemisinde yelken yok, bildin
Durma lodos gibi es kara bahtım

Ahdettim bir gonca yolmamasına
Bulmadım bir çare solmamasına
Bu derdinden iflah olmamasına
Kat'iyyen umudun kes kara bahtım

Dünya yıkılmakta yoktur yapıcı
Kimi cellât olmuş, kimi kapıcı
Evvel giymez iken mesti pabucu
Verdirdin çarığa mes kara bahtım

Ağır meclislerde sıkılmaz iken
Mengeneye versen bükülmez iken
Seyranî aslana yıkılmaz iken
Dedirdin tilkiye pes kara bahtım



Seher Yeli Sen Mevlayı Seversen

Seher yeli sen mevlayı seversen
Sılada bir yârim var, seher yeli
Bu kâğıt içine üç beyit yazdım
Bul sen tenhada ver, seher yeli

Ezel ikrar verdi, n'oldu sözüne
Kul olayım, şifa bele nazına
Uyku arasında dokun yüzüne
Mübarek hatırın sor, seher yeli

Bakmaz mısın şu feleğin işine
Yaktı ciğerimi aşk ateşine
Pervaneler gibi dolan başına
Mübarek cemalin gör, seher yeli

Girmedim odaya baktı Seyranî
Mevlâya emanet verdi yârini
Benim sevdiğimin zülüflerini
Gerdânına dolayver, seher yeli



Sene Bin İki Yüz Altmış Sekizde

Sene bin iki yüz altmış sekizde
Alamet dumanı çöktü çökecek
Dikilecek kudret kalmadı dizde
Ecel belimizi büktü bükecek

Bitmez oldu harmanların eyisi
Hurma tadı verir erik kayısı
Sadrazam etsen eğer seyisi
Ölmüş eşek arar nalın sökecek

Hiç çoban koyunu güder mi dağda
Olmasa gözleri süt yoğurt yağda
Meyvası bitmedik ağacı bağda
Sökerler Seyrani daldan kökecek



Sofu Olmaz Bizim Ham Demirimiz

Sofu olmaz bizim ham demirimiz
Haddeden çekilmiş teli biliriz
Yürütmüştür cansız dıvar pirimiz
Temiz zevki temiz dili biliriz

Sofu bilmiş olsa hakkı rızayı
Sazdan sözden kaçıp vermez riyayı
Ay gün yıldız gibi vermez ziyayı
Kuru arktan akan seli biliriz

Bizde bu dünyanın bina temelin
Cismi canla bildik ilm-i amelin
Sanma bizi arap taze kız gelin
Öpüp tükürecek eli biliriz

Vakıfız bu aşkın biz manasına
Talip ol Seyrani dal deryasına
Hazret-i Mevla'nın ehibbasına
Aşina olmayan eli biliriz



Takatim Kalmadı, Aşkın Yayının

Takatim kalmadı, aşkın yayının
Çekip kirişinden kuramıyorum
Her gece düşümde bir hercaînin
Âteşi aşkından duramıyorum

Aşk u sevdâ hayal midir, zan mıdır
Mekânları can mı, bilmem ten midir
Cezbe dilden midir, dilberden midir
Dil bilmez dilberden soramıyorum

Seyf-i aşkım çarh-ı canda bileşir
Her binalar temelinden döleşir
Çoktanberi bu aşk ile güleşir
Gönül pehlivanın yoramıyorum

Lâle bağrın aşk oduna dağlamış
Bülbül güle âşık olup ağlamış
Seyranî'yi bir kıl ile bağlamış
Muhabbet bendidir, kıramıyorum



Yolunu Bekledim Böyle Kaç Zaman

Yolunu bekledim böyle kaç zaman
Aç göğsünü düğmelerin der güzel
İnandım hakikat kalmadı güman
Uğrun uğrun bana meylin var güzel

Suubet değil mi sonu uzletin
Tanırsın bilirsin kadr ü kıymetin
Lezzetin mi bilmem acep vusletin
Niçin yaklaşmaya eylen ar güzel

Uzak giden memul belki vatandan
Çoğaldı noksanım damarda kandan
Eğer Seyranî'yi seversen candan
Yarasına durma merhem sar güzel

Aşıkın Gönlü 

Eski libas gibi aşıkın gönlü
Söküldükten sonra dikilmez imiş
Güzel sever isen gerdanı benli
Her güzelin kahrı çekilmez imiş


Bülbül daldan dala yapıyor sekiş
O sebepten gülle ediyor çekiş
Aşkın ignesiyle dikilen dikiş
Kıyamete kadar sökülmez imiş


Sevdigim değildin böylece ezel
Aşkınım bagına düşürdün gazel
İbrişimden nazik sandığım güzel
Meğer polat gibi bükülmez imiş


SEYRANİ'nin gözü gamla yaş imiş
Benim derdim her dertlere baş imiş
Ben bagrını toprak sandım, taş imiş
Meğer taşa tohum ekilmez imiş


Hiç yorum yok: