Arkeoloji Müzesi Müdürünün duvarında asılı duran bir tablo beni görür görmez etkiledi.Tablonun ana teması “Döner Kümbet”ti. Resmin sağ alt köşesinde Nurettin Şimşek ismi ve 1961 tarihi vardı. Zaman olarak çok uzun olmasa da yoğun bir biçimde araştırma yapmama karşılık maalesef Nurettin Şimşek adlı bir ressam bulamamıştım.
Mehmet Çayırdağ hocamın da bu resmi görmesi gerektiğini düşündüm. Hemen telefonuma sarıldım ve hocamı aradım. Kendisine acil belediyeye gelmesi gerektiğini ve ona bir sürprizimin olduğunu söyledim. Sağ olsun beni kırmadı ve o gün ilk fırsatta yanıma geldi. Resmi ilk gösterdiğimde beklediğim tepki şuydu:
Aaaaa!! Çok güzel resim, kim yapmış, ne zaman yapılmış acaba, nerden buldun? vb… Ama hocamın
sadece ilk tepkisini tutturabilmişim: Aaaaa!! Diğer tepkileri ise şöyle oldu: Bu resmin sende ne işi var? Almayı nasıl başardın? Ne zaman aldın? Ben çok şaşırdım. Bir de unutmuşum Çayırdağ hocamın müze müdürlüğü yaptığını! Hocamın müze müdürlüğü döneminde de duvarında asılıymış bu resim.
Ben hocama, Yusuf hocamın da gazıyla bu resmin hikâyesini yazacağımı söyledim ancak kim bu Nurettin Şimşek, bir türlü adamı bulamadık deyince, hocam; “Kayseri Lisesinde bizden bir sınıf üstteydi, 1961 yılında da 2. sınıfta olması lazımdı” dedi. Bir anda kendimi hazine bulmuş gibi hissettim. Hemen ardı ardına sorular sormaya başladım hocama. Hocam bana aslında Abdurrahman Akgün adında bir resim hocasının Nurettin Şimşek ve Mehmet Benli’yi keşfettiğini ve bir yıl gibi kısa bir süre eğitimin ardından bu
resmi yapmış olduğunu söyleyince, aslında esas hikâyenin şimdi başladığını fark ettim. Kayseri Lisesinde çok yetenekli bir resim hocasından bahsetti. Adı Abdurrahman Akgün imiş ve rahmetli olmuş. Bu hoca, 1. sınıf öğrencilerine ilk dersinde masa üstündeki bir nesneyi çizdirir, yetenekli öğrencileri seçer ve onlarla mezun olana kadar özel olarak ilgilenirmiş. Çayırdağ hocam kendilerinden bir sınıf üstte olan Nurettin Şimşek ve Mehmet Benli’yi bu şekilde seçtiğini, onlara Kayseri Lisesi içerisinde özel bir oda tahsis edildiğini, malzemelerinin de okul tarafından karşılanarak eğitildiğini anlattı. Ayda bir okul panosunda ve okulun karşısında yer alan kilise binasında resimlerinin sergilendiğini belirtti.
Çayırdağ hocam bana kocaman bir kapı açtı” bir kapı açtı. Kayseri Liseli olarak bende de bulunan 3 ciltlik
100. Yıl Şeref Belgesi’ni açtım. Birinci cildinde ilk önce Abdurrahman Akgün hocanın resmini ve ardından Nurettin Şimşek’in kaydını buldum. Hemen fotoğraflarını çektim. Abdurrahman Akgün hoca Efkereliymiş. Nurettin Şimşek’in kaydında ise 1942 Bünyan doğumlu olduğu ve baba adının Ali olduğu yazıyordu.
Akşam olmuştu ve ben sabahı zor ettim. Sabah ilk işim Bünyan’daki arkadaşlarımı aramak oldu. Nüfus
müdürlüğüne yönlendirdim. Nüfus müdürlüğündeki arkadaşlar şahsın sağ olduğunu, Kayseri’de yaşamadığını ancak daha fazla bilgi veremeyeceklerini söylemişler. Ben de en yakındaki nüfus müdürlüğüne gittim. Bana da bilgi verilemeyeceğini ancak resmi yazı getirirsek alabileceğimizi belirttiler. Yazıyı hemen yazıp elden takibini sağladım. Gelen bilgide Antalya’nın merkezinde açık adresi verilmemiş bir mahallede yaşadığı belirtiliyordu. Telefon numarası da vardı.Hemen telefona sarıldım ama maalesef telefon numarası düşmüyordu. Yine akşam olmuştu ve ben yine sabahı zor etmiştim.
Sabah olur olmaz hemen Google Maps’ten adresi girdim. Muhtarlık binası, Nurettin Şim - şek’in evine yaklaşık 150 metre uzaklıktaydı. İlk önce mahalle muhtarını aradım. Muhtar, şahsı tanımadığını ifade etti. Israrla kendisine ulaş - masını rica etsem de beni geçiştiren cümlelerle tele - fonu kapattı. Ardından yine Google Maps’te Nurettin Şim - şek’in evine 50 metre mesafede bir apart otel buldum. Oteli aradım ve durumu anlattım. “Tabi yardımcı olalım seve seve” dediler ama onlar da maalesef beni geçiştirmişlerdi. Ben atlayıp Antalya’ya gitmenin planlarını yapmaya başlarken hem Antalya’da hem Kayseri’de restorasyon işleri yapan bir arkadaşım aklıma geldi. Öğle saatleri olmuştu ve hemen onu aradım. Durumu anlattım ve adrese çabucak birini yollamasını istedim.
“Tamam abi” dedi. Akşam beş gibi bir daha arayınca arkadaşının yoğunluktan o işi unuttuğunu söyledi. Ben de şimdi gidip bulsun deyince, bana tekrar “tamam abi” dedi. Saat 7 gibi telefon geldi arkadaşımdan. Gönderdiği kişi evi bulmuş, zili çalmış ama açan yokmuş. Ben de “adamı bulmadan oradan dönmesin” dedim.
O kadar yaklaşmıştık ki!
Nihayet beni bu sefer görevlendirdiği arkadaşı aradı ve “Nurettin Amcanın yanındayız, telefonu ona veriyorum” dedi. Nurettin amca, tanımadığı için kapıyı açmamış, bina yöneticisinden yardım istemişler, o kapıyı çalınca açmış! Çocuk gibi sevindiğimi, bağıra bağıra konuştuğumu hatırlıyorum. Hayatına dair bir sürü şey sordum (Daha sonraki sohbetlerimizde de tekrar tekrar sordum aynı soruları her detayı öğreneyim diye). Hemen cep telefonunu aldım. Bana ramazandan üç-dört gün önce Kayseri’ye kardeşinin yanına geleceğini, Haziran ayının yedisine kadar orada olacağını ve bana uğrayacağını söyledi.
Telefonu ağzım ayrık bir vaziyette kapattıktan sonra hemen Çayırdağ hocamı arayıp müjdeyi verdim. O da şehir dışındaymış ve o da çok sevindi. “Görüştür bizi” dedi. Bu arada hanım bana garip garip bakıyordu. Biraz sakin olmamı söyledi. Yaklaşık on gün sonra Çayırdağ hocam Kayseri’ye döndüğü sabah eve gitmeden direkt yanıma geldi ve hemen telefonla görüştürdüm. Çok mutlu oldu hocam. Uzun uzun konuştular. Hocam hemen yaşadıklarını öğrenmeye çalıştı. Mehmet Benli ortak arkadaşlarıydı. Görüşüp görüşmediklerini sordu. Liseden sonra görüşmemişler.
Ramazana birkaç gün kala odama kır saçlı, yaşlı ama diri bir bey geldi. Nurettin Şimşek olduğunu söyledi. Hemen içeri aldım. Nereden başlayacağımı bilemedim. Benim ona ulaşma hikâyemi mi anlatsam yoksa hemen onun hikâyesine mi geçsek derken kendimizi tablosunun önünde bulduk. Hal hatırdan sonra şu ana kadar size detaylı olarak yazdığım hikâyeyi ona kısaca anlattım ve hemen ardı ardına sorular sormaya başladım.
Buraya kadar yazdıklarım benim hikâyemdi. Bundan sonrası sadece onun sanat hikâyesi. Ama yukarıdaki gibi lüzumsuz ve uzun bir hikâye beklemeyin. Çünkü uzun uzun detaylar vermeden genel ifadelerle konuştu hep. Çok sağduyulu, keşkelerini bastırmamış ama kendini yaralamasına da izin vermemiş. Kaderin ona yaşattıklarını da büyük bir olgunlukla kabul etmiş.
ıı”
İlkokula Bünyan’da başlamış. Resme yeteneği keşfedilmemiş. OrtaokuldaKayseri Lisesi’nin arkasında taş bir okulda okumuş. Orada da resme yeteneği keşfedilmemiş. Kayseri Lisesi’ne gelince Abdurrahman Akgün hoca yetenek testinde Mehmet Benli ile beraber ikisini keşfetmiş. Mehmet Çayırdağ’dan biraz daha farklı anlatıyor Abdurrahman hocayı. Nurettin Şimşek potansiyelini, yaptıklarını ve yapacaklarını bilerek, şu anki mevcut birikimiyle değerlendiriyor hocasını. Kendisi üzerinde emeğinin olduğunu, genel çizim tekniği, malzeme ve çalışma ortamı konularında yardımcı olduğunu kabul ediyor. Ancak iyi bir ressam olmak için bunun yeterli olmadığını, usta çırak ilişkisi ile ressamlığın öğrenilebileceğini
savunuyor. Haklı da!
Lise hayatı boyunca onlarca resim yapmış. Hemen hemen hepsini öğretmenleri cüzi paralara satın almış.
Tabloları okul panolarında ve sergi salonlarında sergilenmiş. Şöyle de bir anısını anlattı; “Erciyes Dağı” konulu bir tablo yapmış. Dönemin belediye başkanı Mehmet Özateş çok beğenmiş ve bu resmi alıp belediyeye asalım demiş. 500 lira para vereceklermiş. Serginin bittiği akşam resmi alıp eve götürmüş. Sabah belediyeye götürüp parasını alacakmış ama gecesinde darbe olmuş. Resim elinde kalmış. Okulda ise Adnan Menderes’e Kayseri’ye geleceği zaman hediye edilmesi için yapılmış bir portresi ve Ziya Gökalp, Namık Kemal ve Atatürk’ün beraber yer aldığı bir tablosu varmış. Darbe olunca hocaları kimse görmeden bu tabloları yakmışlar. Erciyes resmi hala sizde mi diye sorduğumda; bir doktorun annesini tedavi için
eve geldiğini, annesinin borcumuz ne kadar diye sorduğunda, “para falan istemem, sadece şu Erciyes resmini bana verin” deyip resmi kendisinden habersiz olarak götürdüğünü anlattı. Bu arada resmi alan doktor rahmetli Miraaddin Gülşen.
Nurettin abimize sordum; Döner Kümbet resminin hikâyesi? Bir gün mahallede bir çocuk Döner Kümbet'in resmini yapmış. Nurettin abimiz de görmüş ve “ben de yaparım” demiş. Sonra bu resmin kartpostalını bulmuş ve okula gitmiş. Abdurrahman Hoca o gün de çok kaliteli boyalar getirmiş ve o boyalarla bu resmi yapmış. Şunu da söylüyor, “biz çok kalitesiz boyalar kullandık resimlerimizde. Bu kümbetteki boyalar ise kaliteliydi. Eğer diğerinden kullansaydık oksidasyondan simsiyah olurdu” dedi. Daha sonra bu resmi dönemin Arkeoloji Müze Müdürü Ressam Halit Doral satın almış. Böyle bodoslama hemen sanat hikâyesine daldım değil mi? Soran oldu mu bilmiyorum tablosunun karşısına yıllar sonra geçtiğinde ne hissettiğini? Anlatacağım ama az daha sabır.
Lise bittikten sonra güzel sanatlarda okumaya cesaret edememiş parasızlıktan. Burslu bölümler aramış. En sonunda Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi’ne gitmiş. (Bu arada yeteneğine yazık etmiş, harcamış kendini gibi yorumları sizin duygularınıza havale diyorum. Ben yorum yapmayacağım). Öğrenciliği boyunca da hiç resim yapmamış. Okulu bitirdikten sonra yüksek ihtisas yapmak için yurtdışına gitmeye karar vermiş. 1970’lerin başında Almanya’ya gitmiş. İlk önce Passau kentine yerleşmiş. Daha sonra Almanca öğrenebilmek için Essen civarında bulunan “Goethe Institut”e başlamış. Ardından da ikinci yılında Berlin’de dünyanın en önemli el yapımı porselen fabrikasına ressam arandığına dair bir gazete ilanı görmüş. Hemen başvurmuş ve “Königliche Porzellan Manufaktur”da işe alınmış. 3 yıl sadece eğitim almış. Yüzlerce tabağa çok ince detaylara sahip çiçek resimleri çizmiş tam 10 yıl boyunca.
Kendi ifadesiyle; en verimli çağının başındayken bir gün yine boyamak için eline bir tası aldığında tasın üzerinde bir kıl görmüş. Eliyle kılı temizlemeye çalışmış ama kıl bir türlü gitmiyormuş. Daha sonra aslında kıl olmadığını, sol gözünde bir problem olduğunu anlamış ve doktora gitmiş. Aşırı göz yorgunluğuna bağlı göz tansiyonu teşhisi konulmuş. Damla tedavisine başlanmış ancak bu uygulama problemin daha da artmasına sebep olmuş. Doktorlar ameliyata karar vermişler (Nurettin Şimşek burada ameliyat yapılan hastaneyle ilgili olarak mezbaha benzetmesi yaptı). Ameliyat sonrasında sol gözünü kaybetmiş. Sağ gözüyle de birkaç yıl çalışabilmiş ve daha sonra sağ gözü de aşırı yorgunluktan bozulma göstermiş. Ardından Türkiye’ye, kardeşlerinin olduğu Antalya’ya dönmeye karar vermiş 1996 yılında. Türkiye’ye döndüğünde ne kadar da Almanya’dan malzeme getirmiş olsa da resim yapamamış gözleri sebebiyle.
İşte Nurettin Şimşek o gözlerle baktı yaptığı tablosuna. Hiçbir detayı göremiyordu ama neşeliydi, mutluydu, hüzünlü görünmedi hiç. Tablonun konservasyonunu tamamlamış ve resme
çok yakışan bir çerçeve taktırmıştım. Her şey tamamdı artık. Ardından Ramazan’ın son haftasında Melikgazi Belediyesi’nde Nurettin Şimşek ve Mehmet Çayırdağ’ı bir araya getirdik. Kayseri tarihinin duayeni Mehmet Çayırdağ’ın heyecanını canlı görmenizi isterdim. Nurettin Şimşek’in ağzından çıkan her kelimeyi dikkatle dinledi. Onu açacak ve anlayacak ardı ardına sorular sordu. Hayatına dair bütün detaylar konuşuldu. Tabi bütün bu konuşmaların unutulmaması ve tarihe not olarak düşülmesi için Melikgazi Belediyesi Basın Yayın Müdürlüğü tarafından kayıt altına alındı.
Bizim amacımız, bu derece yetenekli ve potansiyeli yüksek bir kişiliğin Kayseri’nin yerel kimliğinde hak ettiği yeri alması. Bu örnek üzerinden böyle potansiyel sahibi gençlere sahip çıkılması ile ilgili görev artık kimin üzerine düşer ona da okuyucu karar versin. Mehmet Çayırdağ hocam ve bizden yani
Melikgazi Belediyesi Kentsel Tasarım Müdürlüğü’nden şimdilik bu kadar.
Son Söz: “Erciyes Dağı” tablosunun
Gürcan Senem