Prof.Dr.Mehmet Kazım BÖRKÜ
Öğretim üyesi, veteriner (Bünyan, 1958–).
Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi İç Hastalıkları Ana bilim Dalı Öğretim Üyesi.
İlk, orta ve lise öğrenimini sırasıyla Bünyan, İstanbul ve İzmir’de tamamladı. Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi’nden veteriner hekim olarak mezun oldu (1980). Bir yıl Bünyan’da, bir yıl da Erzurum’da Hükümet Veteriner Hekimliği yaptı. Ardından Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı’na araştırma görevlisi olarak girdi (1982). Daha sonra doktor (1988), doçent (1991) ve profesör oldu (1997). Evli ve iki çocuk babasıdır.
1 Ekim 2014 Çarşamba
16 Eylül 2014 Salı
PROF. DR. HAYRETTİN KAYACIK
Prof.Dr.Hayrettin KAYACIK
KAYACIK, 1911 yılında Bünyan’da doğmuş, ilk ve orta öğrenimini Bünyan ve Kayseri’de tamamlamıştır. 1931 yılında girdiği Yüksek Orman Mektebini, 1934 yılında bitirmiştir. Bir yıl sonra Tarım Bakanlığı tarafından Dresden’de bulunan Tharandt “Yüksek Orman Mektebi”nde ormancılık eğitimi almış, bu okuldan “Diplom Forsting” olarak 1938 yılında mezun olan KAYACIK, daha sonra aynı okulda Prof. Dr. Konrad Rubner’in yanında “Grundlugen der Aufforstung in Mittelmeergebiet unter besonderer Berüchichsichitgung von ıtalien und Türkei” adlı çalışması ile doktor unvanı almıştır.1940 yılında yurda dönen KAYACIK, askerlik görevinden sonra, 30.01.1943 yılında YZE Orman Fakültesi Silvikültür ve Orman Botaniği Enstitüsünde Başasistan olarak göreve başlamıştır.
KAYACIK, “Doğu Ladini (Picea orientalis L. Link.)’ın Türkiye’deki Coğrafi Yayılış, Silvikültür Esasları ve Tabii Sınırlarının Genişletilmesi İmkanları” adlı Doçentlik çalışması ile 23.08.1949 tarihinde Üniversite Doçenti olmuştur. KAYACIK, 25.02.1956 tarihinde Profesörlüğe yükseltilmiştir. KAYACIK, 1957 yılında İstanbul Üniversitesi Senatosunda görev almış ve pek çok kez Dekan Vekilliği görevini üstlenmiştir.
1948-1957 yılları arası Ord. Prof. Dr. E. M. OKSAL tarafından yönetilen Orman Botaniği Enstitüsü, OKSAl’ın emekliye ayrılmasından sonra, Enstitü Müdürlüğü Prof. Dr. Hayrettin KAYACIK’a devredilmiştir. 4936 sayılı Üniversiteler Kanununa ek 115 sayılı kanunun yürürlüğe girmesinden sonra Orman Botaniği Enstitüsü, Orman Botaniği Kürsüsü olmuş ve Kürsü Profesörlüğüne bu tarihten itibaren yine Prof. Dr. H. KAYACIK atanmıştır. Enstitünün adı 1993’te Orman Botaniği Anabilim Dalı olarak adı değişmiş, bu dönemden sonra da KAYACIK çalışmalarına devan etmiştir. 1949 yılından başlayarak 1982 yılına kadar ISTO Herbaryumu ile Atatürk Arboretumu’nun kurulmasında Prof. Dr. H. KAYACIK ve Prof. Dr. Faik YALTIRIK’ın büyük emekleri geçmiştir. Bu uzun ve meşakkatli dönemde CALİFORNİA'dan gelen maymuntırmanmaz ağacı, Kayseri'nin kartopu türü, Missisipi'nin bataklık selvileri ve ismi satırlara sığmayan 1500'ü aşkın diğer bitki türü başta KAYACIK sayesinde önce, ‘‘Bahçeköy Arboretumu’’ olarak açılan, 1981'de Atatürk'ün 100'üncü doğum günü nedeniyle adı ‘‘Atatürk Arboretumu’’na çevrilen yeşil alanda buluştu. Prof. Dr. Hayrettin KAYACIK'ın öncülüğüyle kurulan arboretumdaki ‘‘bitki müzesi’’ne, her yıl dünyanın ve Türkiye'nin dört bir yanından tarihçesi belli bitki türleri ekleniyor.
KAYACIK bitkilere verdiği önem dolayısıyla Türkiye Çevre Koruma ve Yeşillendirme Kurumu (TÜRÇEK)in kurucuları arasında da yer almıştır.
24.12.2001 tarihinde Hakkın Rahmetine kavuşmuştur.
KAYACIK, 1911 yılında Bünyan’da doğmuş, ilk ve orta öğrenimini Bünyan ve Kayseri’de tamamlamıştır. 1931 yılında girdiği Yüksek Orman Mektebini, 1934 yılında bitirmiştir. Bir yıl sonra Tarım Bakanlığı tarafından Dresden’de bulunan Tharandt “Yüksek Orman Mektebi”nde ormancılık eğitimi almış, bu okuldan “Diplom Forsting” olarak 1938 yılında mezun olan KAYACIK, daha sonra aynı okulda Prof. Dr. Konrad Rubner’in yanında “Grundlugen der Aufforstung in Mittelmeergebiet unter besonderer Berüchichsichitgung von ıtalien und Türkei” adlı çalışması ile doktor unvanı almıştır.1940 yılında yurda dönen KAYACIK, askerlik görevinden sonra, 30.01.1943 yılında YZE Orman Fakültesi Silvikültür ve Orman Botaniği Enstitüsünde Başasistan olarak göreve başlamıştır.
KAYACIK, “Doğu Ladini (Picea orientalis L. Link.)’ın Türkiye’deki Coğrafi Yayılış, Silvikültür Esasları ve Tabii Sınırlarının Genişletilmesi İmkanları” adlı Doçentlik çalışması ile 23.08.1949 tarihinde Üniversite Doçenti olmuştur. KAYACIK, 25.02.1956 tarihinde Profesörlüğe yükseltilmiştir. KAYACIK, 1957 yılında İstanbul Üniversitesi Senatosunda görev almış ve pek çok kez Dekan Vekilliği görevini üstlenmiştir.
1948-1957 yılları arası Ord. Prof. Dr. E. M. OKSAL tarafından yönetilen Orman Botaniği Enstitüsü, OKSAl’ın emekliye ayrılmasından sonra, Enstitü Müdürlüğü Prof. Dr. Hayrettin KAYACIK’a devredilmiştir. 4936 sayılı Üniversiteler Kanununa ek 115 sayılı kanunun yürürlüğe girmesinden sonra Orman Botaniği Enstitüsü, Orman Botaniği Kürsüsü olmuş ve Kürsü Profesörlüğüne bu tarihten itibaren yine Prof. Dr. H. KAYACIK atanmıştır. Enstitünün adı 1993’te Orman Botaniği Anabilim Dalı olarak adı değişmiş, bu dönemden sonra da KAYACIK çalışmalarına devan etmiştir. 1949 yılından başlayarak 1982 yılına kadar ISTO Herbaryumu ile Atatürk Arboretumu’nun kurulmasında Prof. Dr. H. KAYACIK ve Prof. Dr. Faik YALTIRIK’ın büyük emekleri geçmiştir. Bu uzun ve meşakkatli dönemde CALİFORNİA'dan gelen maymuntırmanmaz ağacı, Kayseri'nin kartopu türü, Missisipi'nin bataklık selvileri ve ismi satırlara sığmayan 1500'ü aşkın diğer bitki türü başta KAYACIK sayesinde önce, ‘‘Bahçeköy Arboretumu’’ olarak açılan, 1981'de Atatürk'ün 100'üncü doğum günü nedeniyle adı ‘‘Atatürk Arboretumu’’na çevrilen yeşil alanda buluştu. Prof. Dr. Hayrettin KAYACIK'ın öncülüğüyle kurulan arboretumdaki ‘‘bitki müzesi’’ne, her yıl dünyanın ve Türkiye'nin dört bir yanından tarihçesi belli bitki türleri ekleniyor.
KAYACIK bitkilere verdiği önem dolayısıyla Türkiye Çevre Koruma ve Yeşillendirme Kurumu (TÜRÇEK)in kurucuları arasında da yer almıştır.
24.12.2001 tarihinde Hakkın Rahmetine kavuşmuştur.
19 Ağustos 2014 Salı
ELİF BOZKURT TANDOĞAN
16 yıldır Mülki İdare Amiri olarak görev yapmakta olup, 30.11.2009 tarihinde 1. sınıf Mülki İdare Amirliğine yükselmiştir. Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Yönetimi Anabilim dalında Yüksek Lisans yapmış olup, İngilizce bilmektedir. Tandoğan, kadın olmanın sorun yaratmadığını belirterek, "Avantajları bile var. Vatandaş devlet dairesiyle ilişkilerinde daha seviyeli oluyor. Kadın kaymakamların daha başarılı olduğunu duyuyoruz" demektedir.
Evli ve 2 çocuk sahibi olup, eşi Derviş TANDOĞAN Yargıtay Cumhuriyet Savcısı olarak görev yapmaktadır
16 Ağustos 2014 Cumartesi
ADEM AKÇAYAYA
Prof. Dr. Adem AKÇAKAYA
1966 yılında Kayseri Bünyan ilçesi Akmescit kasabasında doğdu. Babası, Akmescit ( Zerezek ) Kasabasından Asık Yanık Umman olarak bilinen Ömer Akçakaya’dır. İlkokulu Akmescit’te okuduktan sonra, ortaokulu Ankara, Liseyi İstanbul Şehremini Lisesinde bitirdi.
1990 yılında Cerrahpaşa Tıp Fakültesinden mezun olduktan sonra Vakıf Gureba Eğitim ve Araştırma Hastanesinde Genel Cerrahi ihtisasını yaptı. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesinde Endoskopi ve ERCP eğitimi aldı. Yine Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde Bioistatistik ve Demografi Yüksek lisans, Beykent Üniversitesi Hastane ve Sağlık Kurumları Yönetimi alanında yüksek lisans, Erasmus Üniversitesinde laparoskopik canlı böbrek nakli kursu, Yale Üniversitesinde transplantasyon merkezinde transplantasyon eğitimi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde böbrek transplantasyonu eğitimi, Mayo Klinikte endosonografi eğitimlerimi tamamladı.
2005 yılında Vakıf Gureba Eğitim ve Araştırma hastanesinde başasistanlık, 2007 yılında Genel Cerrahi Doçenti oldu. 2008 yılında Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesinde genel cerrahi klinik şefliği yaptı. 2009 -2010 yılları arasında Vakıf Gureba Eğitim ve Araştırma Hastanesinde 1.Genel Cerrahi Klinik Şefliği yaptı. 2003-2005 yılları arasında Vakıf Gureba EAH başhekim yardımcılığı, 2005-2008 yılları arasında Eğitimden Sorumlu İstanbul İl sağlık müdür yardımcılığı görevlerinde bulundu. 2008'de Okmeydanı Eğitim ve Araştırma hastanesi başhekimliği yaptı. Aynı zamanda Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi 2.genel cerrahi klinik şefliği görevini de yürüttü. 2012 yılından itibaren Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalında Öğretim Üyesi olarak görev yapmaktadır.
Uluslar arası hakemli dergilerde birçok makalesi ve uluslararası bilimsel toplantılarda ve kitaplarda sunduğu bildirileri vardır. Ayrıca Birçok bilimsel kurumlarda üyelikleri bulunmaktadır.
1966 yılında Kayseri Bünyan ilçesi Akmescit kasabasında doğdu. Babası, Akmescit ( Zerezek ) Kasabasından Asık Yanık Umman olarak bilinen Ömer Akçakaya’dır. İlkokulu Akmescit’te okuduktan sonra, ortaokulu Ankara, Liseyi İstanbul Şehremini Lisesinde bitirdi.
1990 yılında Cerrahpaşa Tıp Fakültesinden mezun olduktan sonra Vakıf Gureba Eğitim ve Araştırma Hastanesinde Genel Cerrahi ihtisasını yaptı. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesinde Endoskopi ve ERCP eğitimi aldı. Yine Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde Bioistatistik ve Demografi Yüksek lisans, Beykent Üniversitesi Hastane ve Sağlık Kurumları Yönetimi alanında yüksek lisans, Erasmus Üniversitesinde laparoskopik canlı böbrek nakli kursu, Yale Üniversitesinde transplantasyon merkezinde transplantasyon eğitimi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde böbrek transplantasyonu eğitimi, Mayo Klinikte endosonografi eğitimlerimi tamamladı.
2005 yılında Vakıf Gureba Eğitim ve Araştırma hastanesinde başasistanlık, 2007 yılında Genel Cerrahi Doçenti oldu. 2008 yılında Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesinde genel cerrahi klinik şefliği yaptı. 2009 -2010 yılları arasında Vakıf Gureba Eğitim ve Araştırma Hastanesinde 1.Genel Cerrahi Klinik Şefliği yaptı. 2003-2005 yılları arasında Vakıf Gureba EAH başhekim yardımcılığı, 2005-2008 yılları arasında Eğitimden Sorumlu İstanbul İl sağlık müdür yardımcılığı görevlerinde bulundu. 2008'de Okmeydanı Eğitim ve Araştırma hastanesi başhekimliği yaptı. Aynı zamanda Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi 2.genel cerrahi klinik şefliği görevini de yürüttü. 2012 yılından itibaren Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalında Öğretim Üyesi olarak görev yapmaktadır.
Uluslar arası hakemli dergilerde birçok makalesi ve uluslararası bilimsel toplantılarda ve kitaplarda sunduğu bildirileri vardır. Ayrıca Birçok bilimsel kurumlarda üyelikleri bulunmaktadır.
5 Ağustos 2014 Salı
DR NİLGÜN SÖNMEZ ACAR
Dr. Nilgün Sönmez Acar 10 Ocak 1957 yılında Kayseri’nin Bünyan ilçesinde doğdu. İlköğrenimini Kayseri’de, Orta ve lise öğrenimini Çamlıhemşin-Rize ve Maraş’ta tamamladı. 1973 yılında Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesinde tıp öğrenimine başladı. Aynı fakülteden 30 Haziran 1980 de mezun oldu. 1980 tarihinde Çankırı Çerkeş Sağlık Ocağı tabipliğine atandı.07.08.1980 tarihinde halen S.B. Ankara Dahiliye Klinik Şef Yardımcılığı görevini yürütmekte olan Dr. Yaşar Acar ile evlendi. 18 Mayıs 1983’de de Ankara Merkez Hükümet tabipliğine atandı.
12.12. 1983’de Sağlık Bakanlığı Ankara Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği’nde ihtisasına başladı. Aynı klinikten, 29.01.1988 yılında enfeksiyon hastalıkları klinik mikrobiyoloji uzmanı olarak mezun oldu. 08.04. 1988 yılında Sağlık Bakanlığı Ankara Hastanesi Mikrobiyoloji ve Klinik Mikrobiyoloji bölümünde başasistan olarak atandı.
1991 tarihinde yapılan şef yardımcılığı sınavını kazanarak 1991 tarihinde Sağlık Bakanlığı Ankara Hastanesi Mikrobiyoloji ve Klinik Mikrobiyoloji bölümüne şef yardımcısı olarak atandı. 1998 yılında yapılan şeflik sınavını kazanarak 10 Kasım 1998 tarihinde yine aynı kliniğine şef olarak atandı. Aralık 2002 tarihine kadar bu görevini devam ettirmiştir. Sürdürdüğü bu görev de Sağlık Bakanlığına bağlı Eğitim ve Araştırma Hastanelerinde görev yapmakta olan beş mikrobiyoloji şefinden biri idi.
Türkiye Kan Merkezleri ve Transfüzyon Derneği'nin kurucu üyeliğini de yapmıştır. Kan bankacılığı ile ilgili çalışmalarına başasistanlığı sırasında başlamıştır. Kısa sürede S.B Ankara Hastanesi Kan merkezi’nin immünohematolojik test yöntemlerini ve sayısını genişleterek şef yardımcılığı döneminde çok sayıda kan merkezi’nin antikor tarama ve tanımlama testlerini gönderdiği referans bir kan merkezine dönüştürdü.
Baş asistanlığı sırasında labotatuvarda çalışma standardizasyonunu sağlamak amacıyla oluşturduğu protokoller “SOP” lar olarak karşımıza çıktı ve vazgeçemediği ilgi alanını oluşturdu.
1995 yılında Türkiye Kan Merkezleri ve Transfüzyon Derneği'nin kurucu üyeleri arasında yer almıştır. Derneğin kuruluşundan vefat ettiği güne kadar derneğin yönetim kurulu üyeliğini sürdürdü. Türkiye Kızılay Derneği çalışanlarının eğitimi ile ilgili Sağlık bakanlığı ve KMTD’nin içinde bulunduğu kurs organizasyonunda hem eğitmenlik, hem editörlük, hem de danışmanlık yapmıştır. KMDT’nin Sağlık Bakanlığı ile 1997 yılında başlayan ve birlikte yürütülen 5 kursun da düzenleme kurulu üyeliğini yapmıştı. Bu kurslarda 7 önemli konuşma yapmış, toplam 13 bildiri sunmuş ve aynı zamanda 3 kursun editörlüğünü de üstlenmiştir. Derneğin Damla isimli bülteninde yayınlanmış 4 güzel eseri vardır. Ülkemizde ki kan bankacılarının kalite ve standart konuları ile tanışması onun sayesinde oldu. Bu konuda tüm laboratuar, kan merkezleri ve transfüzyon tıbbi uygulamalarının uluslar arası kalite standarlarında yürütülmesi için gerekli alt yapının oluşturulmasını ve çalışmaların devamlılığını sağladı.
ABO kan grup sisteminde subgruplar, irregüller antikorlar gibi bir çok kavramı Türkiye’de kan bankacılığında ilk kullanan ve yerleştiren kişilerden biri oldu.
Sağlık Bakanlığı Tedavi Hizmetleri Genel Müdürlüğü kan ve kan ürünleri bilimsel komisyonunda, Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü Laboratuvar Kitleri İnceleme Komisyonunda yıllarca danışmanlık görevini yürüttü.
Türkiye Kızılay Derneğinde uzun süre gönüllü danışmanlık hizmeti verdi. Son olarak kan hizmetlerinin reorganizasyonu projesinin planlanmasına öncülük etti.
Yayınlanmış “Mikrobiyolojik İncelemeler Rehberi” ve “S.B. Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi Merkez Laboratuvarları Test Rehberi” isimli iki kitabı ve üç kitap bölümü bulunmaktadır. Konusu ile ilgili çok sayıda ulusal kongrede panel, sempozyum ve konferans konuşmacısı olmuştur. Yetmişi yerli, dördü yabancı dergilerde olmak üzere toplam 74 bilimsel yazısı yayımlanmıştır. 67’si yurt içi, 11’i yurt dışı kongrelerde olmak üzere toplam 78 bildirisi bulunmaktadır.
Dr. Nilgün Sönmez Acar 2 Aralık 2002 Salı günü geçirdiği kalp krizi sonucu hayatını kaybetmiştir. Vefat ettikten sonra TKMTD tarafından adına geleneksel olarak Dr. Nilgün Sönmez Acar Kongre Bildiri ödülleri verilmektedir.
Etiketler:
Ankara Hastanesi,
Bünyan,
Dr. Nilgün Sönmez Acar,
Hacettepe Üniversitesi,
Kan Bankası,
KMTD,
TKMTD
24 Temmuz 2014 Perşembe
KAYSERİ MANTISI
Kayseri mantısını tatmak ayrı bir lezzet fakat o aşamaya gelinceye kadar, Kayserili hanımların azımsanmayacak zahmetleri vardır bu ağız tadında. Günümüzde marketlerde hazır halde satılan ve makine ile yapılmış olanlardan daha çok el emeği ile yapılanın tadına doyum olmaz. Her bir aşamasında ayrı bir zahmet vardır ve Kayserili kadınlar bunu imece usulü ile hazırlamaktadırlar. Bir evin mantıya ihtiyacı varsa o evin hanımı konu komşularından, akrabalarından yardım ister, bir gün belirlenir, o gün o evde toplanılır. Evin ihtiyacına göre hamur yoğrulur hazırlanır, gelen hanımlar iş bölümü yaparlar. Kimi hamur açarken kimi mantı sıkmaya koyulur. Ha bu arada şunu da belirtelim mantılar çok ufak olmalı ve bir kaşığa kırk adet düşecek şekilde küçük hamur parçaları kesilerek hazırlamalıdır. Mantı sıkmanın her aşaması ayrı bir güzelliktir, bir yandan mantılar sıkılırken bir yandan da neşe içerisinde sohbetler edilir. Tabi bu arada sıkılan mantıdan bir yandan da gelen hanımlara pişirilir ve hanımlar yemeden o evden gitmezler.
Mantılar sıkıldıktan sonra mutlaka bezler üzerine serilirler. Buz dolabının buzluğunda dondurularak saklanacaksa hafifçe kurumaya bırakılır. Ev halkının nüfusuna göre birer pişirimlik olacak şekilde poşetlere doldurularak buzluğa kaldırılır. Dolapta saklamayı sevmeyenler ise günlük olarak hazırlayıp yemeyi tercih eder.
Bu Arada Malzemesi: Bir beziye (beze) göre (bir beziden 2 - 3 kişilik mantı hazırlanır)
Hamuru için
1 yumurta
Yarım tatlı kaşığı tuz
2,5 - 3 Su bardağı un
Alabildiği kadar su
İç Malzemesi
250 gr Yağsız kıyma
Bir orta boy soğan
Maydanoz
Tuz
Karabiber
Toz Biber
Sos Mazemesi
1 yemek kaşığı Salça
2 Çorba kaşığı Tereyağ
50 gr. margarin
Toz biber
Yarım kilo yoğurt
bir kaç diş sarımsak
17 Temmuz 2014 Perşembe
Orhan MARDİNLİ
Bünyanlı Mülki İdare Amirlerimizden (Vali-Kaymakam-Vali Yardımcısı)
1955 yılında Bünyan ilçesinde doğdu. Namık Kemal İlkokulunu, Bünyan Ortaokulunu ve Lisesini bitirdi. Hacettepe Üniversitesi Psikoloji Bölümünde 1 yıl İngilizce hazırlık okuduktan sonra, okul değiştirerek, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat-Maliye bölümünden 1976-1977 yaz döneminde mezun oldu. Bir süre Transtürk Holding’e bağlı Bünsa Döküm-Makine Alet Sanayi Muhasebe ve İdari İşler Müdürü olarak çalıştı. Ulaştırma Bakanlığı’na bağlı Devlet Hava Meydanları İşletmesinde Esenboğa Havaalanında çalıştıktan sonra, askerliğini 1979-1981 yılları arasında Ayaş Askerlik Şubesi Başkanı olarak yaptı. 1982 yılının ilk aylarında Kayseri Kaymakam adayı olarak göreve başladı. Sırası ile; 1984 yılında Küre (Kastamonu), Hekimhan (Malatya) kaymakam vekilliklerinde bulundu. Mardinli 1986-1993 yılları arasında Ulus (Bartın), Hani (Diyarbakır), Enez (Edirne), Havsa (Edirne) ve Gömeç (Balıkesir) ilçelerinde kaymakamlık görevlerinde bulunduktan sonra, 1 yıl süre ile Kilis Vali Yardımcılığı, 3 yıl boyunca Nevşehir Vali Yardımcılığı görevinde bulundu. İnebolu (Kastamonu) ilçesinde 3 yıl kaymakamlık yaptı. 12.10.2004 tarihinde Elbistan Kaymakamlığına başladı. Mardinli daha sonra Erzurum Vali Yardımcılığına atandı.Mardinli, 20.01.2006 tarihinde vekaleten, 27.10.2006 tarihinde de Sultanhisar Kaymakamlık görevine asaleten başladı. Ayrıca, İçişleri Bakanlığınca 1988 yılının Ağustos ayından, 1989 yılı Ağustos ayına kadar 1 yıl süre ile yabancı dil bilgisini ilerletmek, bilgi, görgü ve tecrübe artırmak için, ABD Florida Eyaletinde Fort Louder’ de gitti. 27.08.2010 tarihinde Hatay İli Vali yardımcısı olarak atanmış olup halen bu görevi yürütmektedir. İyi derecede İngilizce bilen Mardinli evli olup bir kızı vardır..
MUSTAFA AKÇAKAYA
Dr. Mustafa AKÇAKAYA (1953- )
1953 yılında Bünyan İlçesi Akmescit Kasabasında doğdu. İlkokulu kasabada bitirdikten sonra 1966-1972 yılları arasında Mimarsinan İlköğretmen Okulunu ve 1972-1978 yılları arasında da Atatürk Ünüversitesi Erzurum Tıp Fakültesini bitirdi. 27 Şubat 1979 yılında Yahyalı Hükümet Tabibliğine atandı. 1980 yılı Eylül ayında Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde İç Hastalıkları ihtisasına başladı.
1984 yılı sonunda ihtisası tamamlayarak İç Hastalıkları Uzmanı olarak ve mecburi hizmet kapsamında Malatya İli Arapgir İlçesi Devlet Hastanesine atandı. Burada 3,5 yıl kadar İç Hastalıkları Uzmanı ve Baştabib olarak görev yaptı. İlaveten burada bir yıl kadar Kaymakamlığa vekalet etti. Daha sonra Bünyan Devlet Hastanesine atandı. Burada da 6 ay kadar İç Hastalıkları Uzmanı ve Baştabib olarak görev yaptı. Bünyan Devlet Hastanesinde çalışırken 1989 yılı Nisan celbi ile askerlik görevine başladı. İki ay Samsun’da Sıhhiye Okulu’ndan sonra çekilen kur’a ile Çorlu Askeri Hastanesi İç Hastalıkları Uzmanlığına, askerlik görevi sonrası da 1990 yılı Eylül ayında Kayseri Devlet Hastanesine atandı.
Emekli olduğu 2007 yılı Temmuz ayına kadar bu hastanede İç Hastalıkları Uzmanı ve Baştabip Yardımcısı olarak görev yaptı. Bu süre içinde aralıklı olarak Baştabipliğe vekâlet etti. İdari ve tıbbi görevlerine ilaveten Bilgi İşlem Merkezi ve Bilgisayar Otomasyon Sisteminin kuruluş ve yapılanmasında bulundu. 1995 – 2000 yılları arasında değişik zamanlarda Kayseri Tabib Odası Yönetim Kurulu ve Onur Kurulu Üyelikleri ile 3 yıl süre ile Tabib Odası Başkanlığında bulundu.
Akçakaya, Emekli olduğu 2007 Temmuz ayını takiben Özel Ömür Hastanesinde göreve başladı. Ömür Hastanesinin kapanması ile sırasıyla Dünya Hastanesi, Erciyes Hastanesi ve Özel Güneş Dahiliye Uzmanlığı görevinde bulundu. Bir süre Emel-Mehmet Tarman Çocuk Hastalıkları Hastanesi’nde görev yaptıktan sonra 2016 yılında Halen 15 Temmuz darbe girişiminden sonra Devlet hastanesine dönüştürülerek Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne devredilen Seyyid Burhaneddin Binasında başhekimlik görevini yürütmektedir.
Hasan Yüksel.
1953 yılında Bünyan İlçesi Akmescit Kasabasında doğdu. İlkokulu kasabada bitirdikten sonra 1966-1972 yılları arasında Mimarsinan İlköğretmen Okulunu ve 1972-1978 yılları arasında da Atatürk Ünüversitesi Erzurum Tıp Fakültesini bitirdi. 27 Şubat 1979 yılında Yahyalı Hükümet Tabibliğine atandı. 1980 yılı Eylül ayında Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde İç Hastalıkları ihtisasına başladı.
1984 yılı sonunda ihtisası tamamlayarak İç Hastalıkları Uzmanı olarak ve mecburi hizmet kapsamında Malatya İli Arapgir İlçesi Devlet Hastanesine atandı. Burada 3,5 yıl kadar İç Hastalıkları Uzmanı ve Baştabib olarak görev yaptı. İlaveten burada bir yıl kadar Kaymakamlığa vekalet etti. Daha sonra Bünyan Devlet Hastanesine atandı. Burada da 6 ay kadar İç Hastalıkları Uzmanı ve Baştabib olarak görev yaptı. Bünyan Devlet Hastanesinde çalışırken 1989 yılı Nisan celbi ile askerlik görevine başladı. İki ay Samsun’da Sıhhiye Okulu’ndan sonra çekilen kur’a ile Çorlu Askeri Hastanesi İç Hastalıkları Uzmanlığına, askerlik görevi sonrası da 1990 yılı Eylül ayında Kayseri Devlet Hastanesine atandı.
Emekli olduğu 2007 yılı Temmuz ayına kadar bu hastanede İç Hastalıkları Uzmanı ve Baştabip Yardımcısı olarak görev yaptı. Bu süre içinde aralıklı olarak Baştabipliğe vekâlet etti. İdari ve tıbbi görevlerine ilaveten Bilgi İşlem Merkezi ve Bilgisayar Otomasyon Sisteminin kuruluş ve yapılanmasında bulundu. 1995 – 2000 yılları arasında değişik zamanlarda Kayseri Tabib Odası Yönetim Kurulu ve Onur Kurulu Üyelikleri ile 3 yıl süre ile Tabib Odası Başkanlığında bulundu.
Akçakaya, Emekli olduğu 2007 Temmuz ayını takiben Özel Ömür Hastanesinde göreve başladı. Ömür Hastanesinin kapanması ile sırasıyla Dünya Hastanesi, Erciyes Hastanesi ve Özel Güneş Dahiliye Uzmanlığı görevinde bulundu. Bir süre Emel-Mehmet Tarman Çocuk Hastalıkları Hastanesi’nde görev yaptıktan sonra 2016 yılında Halen 15 Temmuz darbe girişiminden sonra Devlet hastanesine dönüştürülerek Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne devredilen Seyyid Burhaneddin Binasında başhekimlik görevini yürütmektedir.
Hasan Yüksel.
15 Temmuz 2014 Salı
ETHEM RUHİ ÖKER
Ethem Ruhi Öker Önde Oturan
Ethem Ruhi ÖKER
1900 Yılında Gesi Kuzey mahallede Abid ağanın oğlu olarak dünyaya gelmiştir. Kayseri lisesi 2.sınıfta iken, Alman ve Türk subayları liseye gelmiş öğrencileri okulun bahçesinde toplamışlar ve Ethem Ruhi ÖKER‘in de dahil olduğu 2. ve 3. Sınıfı alıp Adapazarı talimgahına götürmüşlerdir. Altı ay sonra Asteğmen rütbesi ile Trablus cephesine gitmiştir. Arap cephesine giden 2000 yedek subay muhtelif cephelerde savaşıp 1951’i şehit olmuştur.
Ethem Ruhi ÖKER sağ olarak yurda dönmüştür. 1. Cihan Muharebesinde Ethem Ruhi ÖKER Büyük Atatürk’ün emri ile Batum Bakü’ye demir yolu ile kaçak gidip orada Türklerle temas kurup silah ve cephaneyi yurda getirmiştir. Ethem Ruhi ÖKER’in ağabeyi Emin ÖKER vardır. Her iki kardeş ’de kurtuluş savaşında, Emin ÖKER süvari yüzbaşısı, Ethem Ruhi ÖKER bölük komutanı olarak Yunanlılara karşı İzmir’de savaşmışlardır. Her yıl İzmir’in kurtuluşu olan 15 Eylülde İzmir’e ilk giren süvari birliğinin başında Yüzbaşı Emin Öker kılıcı elinde görülmektedir. Bir gün sonrada Ethem Ruhi ÖKER ismine birliği ile girmiştir. Bu zaferin ardından Emin ÖKER rahatsızlanmış iki yıl hava değişimi alıp Gesi ’ye dönmüştür. Büyük Atatürk Emin ÖKER ’e o yıllarda değeri 10.000TL olan safkan Arap atı hediye etmiştir. Her iki kardeşe de istiklal madalyası verilmiştir. Gesi’de rahatsızlığı sürerken bu ata binip Camızgölü ve dua meydanına gidip gelmiş. Ben Aydemir ÖKER 4,5 yaşlarında görürdüm. Ethem Ruhi ÖKER ‘de terhis olup Gesi ye gelmiştir. Her iki kardeş Gesi’de Belediyeyi kurumuşlardır. İlk belediye başkanı Emin ÖKER ve Muavini Ethem Ruhi ÖKER olmuştur. Belediye bir gün il valisini davet etmiş ve yemek vermişlerdir. Bu yemekte Ethem Ruhi ÖKER bir konuşma yapmıştır o zaman vali Nazmi TOKER Ethem Ruhi ÖKER i kültürlü ve olgun görüp Pınarbaşı Pazarören Nahiyesine Nahiye müdürü olarak atanması için bakanlığa yazmıştır. Onayı gelen Ethem Ruhi ÖKER Pazarören nahiye müdürü olmuştur. Sene 1929-1930 yılları Pazarören (50-100 haneli ) fakir bir bölgedir. Bu nahiyenin 38 köyü olup hiçbirinde okul yoktur. Yalnız nahiyede bir odada 5 sınıf okumaktadır. Tek öğretmen vardır. Ethem Ruhi ÖKER eğitime el atarak ilk iş nahiyede 12 derslikli bir okul yaptırmıştır, okulun yanında 3 katlı büyükçe ikinci bir bina yaptırmıştır. Buranın 3.katı yatakhane 2. Katı dershane giriş katında mutfak ve yemekhane salonudur. Birkaç yıl sonra Köy enstitüleri kurulması düşünüldüğünde Ethem Ruhi ÖKER Mili eğitim Bakanı Hasan Ali YÜCEL’e mektup yazarak Pazarören’de altyapısı hazır köy enstitüsünün burada açılmasını istemiştir. Mili Eğitim bakanlığı müsteşarı İsmail Hakkı TANKUŞ’la birlikte 3 kişi Pazarören’e gelmişler ve Ethem Ruhi ÖKER’in misafiri olmuşlardır. Ben 3,4 yaşlarındaydım Ethem Ruhi ÖKER onları ikna ederek Köy enstitüsünün Pazarören ’de kurulmasını sağladı. Pazarören enstitü sayemde halloldu ve milletvekili, profesörler yetiştirildi. Ethem Ruhi ÖKER 1943 yılında Gesi nahiye Müdürlüğüne Atandı ilk ilk icraatı Kuzey ve Güney mahallelere halkın yardımıyla su getirmek olmuştur. ikinci icraatı Köy yolunun stabilize çalışması olmuştur. Yol imece usulüyle halk tarafından yapılmıştır. 3. İcraatı Gesi’ye bir otobüs alınmasıdır. Müracaat etmiş ve İngiltere’den bir kamyon ithaline izin alınmıştır. Kamyonun o zamanki bedeli 10.000 TL dir. Bu parayı Ethem Ruhi ÖKER şöyle bulmuştur Vekse köyünden bacanağı Mevlüt ÖZTÜRK’den 5000TL senet vererek almıştır. 5000TL yi de efkere’den Cin Ahmet’ten senet vererek almıştır. Her iki kişiye kamyonun trafikle yok olursa kendisinin maaşından taahhütle ödeneceğini öldüğünde ise oğlunca ödeneceği vaadinde bulunmuştur. En önemli icraatlarından biride iki mahalle arasında bulunan eski ilkokulun çatısının kaldırılıp üzerine 6 derslikli okul yaptırıp ortaokul isteği olur. Milli eğitim bakanı Şemsettin SÜER’i 1947 de Gesi’ye davet etmiştir. Aynı yıl Şemsettin SÜER Gesi’ye geldi ve “Gesililer ortaokulu hak ettiler dedi” 1948 yılında ortaokul açılmıştır. Ortaokulun açılışı ile Gesi’ye bağlı 12 pare köyden talebe gelip okumuştur. Gesi’den ilk mezunlardan Dr Nigar Aydoğan, Dr Hikmet hızlan, Emniyet genel müdür muavini Nejdet Adıbelli Emniyet müdürü Yahya soy ve bir çoklarını sayabiliriz. Belediye kurulduktan sonra başkan olan kişiler hizmet etmişlerdir.
Aydemir ÖKER
10 Temmuz 2014 Perşembe
9 Temmuz 2014 Çarşamba
24 Haziran 2014 Salı
MUZAFFER OFLAZ
Muzaffer Oflaz
1947 yılında Kayseri ili, Bünyan ilçesine bağlı Karadayı (yeni adı KARATAY) köyünde doğdu, Karadayı Köyü İlkokulu, Bünyan Ortaokulu ve 1966 yılında Kayseri Lisesini bitirdi. 1967 yılında girdiği Yıldız D.M.M.A. İnşaat bölümünden 1972 yılında mezun oldu. Bir İnşaat firmasında işe başladı ve aynı ve aynı yıl Adalet Partisi İstanbul Merkez Gençlik Kolu Başkanı oldu. Bu görevlerine 1975 yılı temmuz ayına kadar devam etti. 1975 yılında kısa devre yedek subay olarak askerlik görevini tamamladı. Askerlik dönüşü 1972'de kurmuş olduğu inşaat şirketi ile devlet taahhüt işleri alarak iş hayatına başladı. 1976 yılında Türk Mühendisler Birliği yöneticiliğine seçildi, 1980 yılına kadar bu görevde bulundu. 1980 yılında Türk İnşaat Müteahhitleri İşveren Sendikası yönetimine seçildi. Bu görevini de 2000 yılı sonuna kadar Genel Başkan Yardımcısı ve Genel Başkan olarak 20 yıl devam ettirdi. Halen Onursal Genel Başkan .1990 yılında İstanbul Eğitim Vakfı yönetimine seçildi ve Başkan oldu. 1992 yılında Beylerbeyi Spor Kulübü Başkanı oldu. 1994 yılında Kayseri Spor Kulübünde ve İstanbul Kayserililer Derneğinde Başkan Vekili olarak görev aldı. 1999 yılında Kartal Spor Kulübünde Başkan Yardımcılığı yaptı.
Halen İstanbul Eğitim Vakfı Başkanlığı görevini yürüten Oflaz bir dönem Kayserililer Derneği İstanbul Başkanlığı (TÜMKAYDER) görevini yürüttü. Tim-Se Danışma Kurulu Başkanlığı yapmaktadır. GS Spor Kulübü Kongre üyeliği, Çengelköy Spor Kulübü, Beylerbeyi Spor Kulübü, Kartal Spor Kulübü, Kayseri Spor Kulübü, Sipahi Ocağı , Kalamış Yelken Kulübü, Caddebostan Balıkadamlar Spor Kulübü, ayrıca Fazilet Kolejleri Okul Aile Birliği Başkanlığı yapmıştır.
Doğduğu köyünü unutmayan Oflaz 2002 yılında kendi adına, projesi kendi tarafından çizilen ve yapımını da üstlendiği bir okulu köyüne bağışlanmıştır. İnşaat, Eğitim, Sağlık, Turizm ve Oflaz Vakfı da dahil dokuz şirketin sahibi evli ve iki erkek çocuk babasıdır.
1947 yılında Kayseri ili, Bünyan ilçesine bağlı Karadayı (yeni adı KARATAY) köyünde doğdu, Karadayı Köyü İlkokulu, Bünyan Ortaokulu ve 1966 yılında Kayseri Lisesini bitirdi. 1967 yılında girdiği Yıldız D.M.M.A. İnşaat bölümünden 1972 yılında mezun oldu. Bir İnşaat firmasında işe başladı ve aynı ve aynı yıl Adalet Partisi İstanbul Merkez Gençlik Kolu Başkanı oldu. Bu görevlerine 1975 yılı temmuz ayına kadar devam etti. 1975 yılında kısa devre yedek subay olarak askerlik görevini tamamladı. Askerlik dönüşü 1972'de kurmuş olduğu inşaat şirketi ile devlet taahhüt işleri alarak iş hayatına başladı. 1976 yılında Türk Mühendisler Birliği yöneticiliğine seçildi, 1980 yılına kadar bu görevde bulundu. 1980 yılında Türk İnşaat Müteahhitleri İşveren Sendikası yönetimine seçildi. Bu görevini de 2000 yılı sonuna kadar Genel Başkan Yardımcısı ve Genel Başkan olarak 20 yıl devam ettirdi. Halen Onursal Genel Başkan .1990 yılında İstanbul Eğitim Vakfı yönetimine seçildi ve Başkan oldu. 1992 yılında Beylerbeyi Spor Kulübü Başkanı oldu. 1994 yılında Kayseri Spor Kulübünde ve İstanbul Kayserililer Derneğinde Başkan Vekili olarak görev aldı. 1999 yılında Kartal Spor Kulübünde Başkan Yardımcılığı yaptı.
Halen İstanbul Eğitim Vakfı Başkanlığı görevini yürüten Oflaz bir dönem Kayserililer Derneği İstanbul Başkanlığı (TÜMKAYDER) görevini yürüttü. Tim-Se Danışma Kurulu Başkanlığı yapmaktadır. GS Spor Kulübü Kongre üyeliği, Çengelköy Spor Kulübü, Beylerbeyi Spor Kulübü, Kartal Spor Kulübü, Kayseri Spor Kulübü, Sipahi Ocağı , Kalamış Yelken Kulübü, Caddebostan Balıkadamlar Spor Kulübü, ayrıca Fazilet Kolejleri Okul Aile Birliği Başkanlığı yapmıştır.
Doğduğu köyünü unutmayan Oflaz 2002 yılında kendi adına, projesi kendi tarafından çizilen ve yapımını da üstlendiği bir okulu köyüne bağışlanmıştır. İnşaat, Eğitim, Sağlık, Turizm ve Oflaz Vakfı da dahil dokuz şirketin sahibi evli ve iki erkek çocuk babasıdır.
23 Haziran 2014 Pazartesi
KAYSERİ'DE GİYİM KUŞAM
KAYSERİ YÖRESİNDE GİYİM-KUŞAM
Orta Asya'dan Anadolu’ya göç ederek yerleşik hayata geçen Türk insanı, o zamandan günümüze kadar, bütün gelenek ve göreneklerini korumayı başarabildiği gibi, Türk insanının yaşamında büyük bir önem taşıyan giyimini de, fazla bir değişikliğe uğratmadan korumayı bilmiştir. Giyim; genelde yaşanılan yörenin özelliklerini yansıtmakla beraber, yaşam koşullarını da yansıtır. Coğrafi özellikler, iklim şartları, yapılan işin şartları, inançlar veya ülkenin içinde bulunduğu durum (düşmanla mücadele), ekonomi vb.. durumlar bu özelliklere bir örnektir.
Türk İnsanı Anadolu'ya yerleşene kadar, geçtiği yerlerin ve yerleştiği bölgenin de kültüründen etkilenmiştir. O bölgenin insanlarından bir şeyler almış, kendiside onlara bir şeyler vermiştir.
Kıyafetlerin bir bölümünün, Anadolu'nun eski uluslarından, bir başka bölümünün de Orta Asya kaynaklı Türk asıllı uluslardan, mesela; Göktürkler veya Hunlar’dan bizlere intikal ettiğini kabul etmemiz gerekiyor. Bu açıdan bakıldığında bugün yaşasın veya yaşamasın, kıyafet üzerinde bu tarihte kalmış ulusların zaman zaman bazı izlerini bulmak mümkündür. Renk ve semboller, damgalar ve işaretler birer örnek olarak sayılabilir. Bunlar bazen dekoratif motifler halinde, bazen de bu motifleri içine gizlenmiş olarak ortaya çıkabilir1.
Anadolu'ya gelerek yerleşik hayata geçen insanlarımız yerleştikleri yörenin özelliklerine de uymayı bilmiş, giyimlerini de zamanla şartlara uydurmuşlardır. Güneydoğuda yaşayan insanlarımız sıcaktan korunabilmek için, başlarına poşu takıp, ayaklarına terlemeyi önlemek için, geniş şalvarlar giydiği halde, soğuk bölgelerde (Erzurum) yaşayan insanlarımız; kapalı, vücudu daha sıkı saran bir şekilde giyinmişlerdir. Ya da deniz kenarlarında (Ege'de) yaşayan insanlarımız yarı kollu, "top don" yada "diz çakşırı" denilen dizlikleriyle (Efeler) dolaşmışlardır.
İnsanlar içlerinde bulundukları durumlarını da (iş durumlarını), giyim kuşama yansıtmıştır. Kadınlarımızın iş görürken, önlük veya elbiselerinin kollarının kirlenmemesi için kolçak takmaları, hayvancılıkla uğraşanların, keçe - yamçı (ata binerken soğuk' tan korumak için) giymeleri gibi.
Dört bir tarafımızın düşmanla çevrili olması, insanlarımızın düşmanla olan mücadeleleri de giysilerde kendini göstermiştir. Kuzeydoğuda veya batıda sürekli düşmanla karşılaşan (Artvin-Kars-Azeri-İzmir-Bergama-Ödemiş-Muğla Vs.) yörelerimizde; giysilerin bir asker düzeni içerisinde olması, giysilerde fişeklikler, bellerde hançerler, ellerde kılıç kalkanlarla kendini göstermiştir. Bu yörelerde bu durum oyunlara da yansımış, oyunların bir çoğu büyük bir disiplin içerisinde ve düşmanla olan mücadeleyi anlatmıştır.
Halk arasındaki sosyal refah farkı ile yönetimde bulunanların giyim kuşamı da farklılıklar göstermektedir. Saray giyimi ve yönetimde bulunan kişilerin giyimi ile halkın giyimi Osmanlı İmparatorluğunda değişmiştir. Bunu çeşitli kaynaklardan öğreniyoruz.
Halkın keten, yün ve pamuk gibi hammaddelerden hazırladıkları kumaşlar sarayda, ipek, altın, gümüş telli iplik veya klaptan kullanılarak hazırlanmıştır2.
Osmanlılarda giysi kumaşının olduğu kadar, renginin de bir anlamı vardır ve giyen kişinin, toplum düzeyini yansıtmıştır. Sarayda giyilen kumaş, biçim ve renkteki giysileri, halkın giymesi yasaklandığı gibi, her dini azınlığın giysisi ve giysinin rengi de ayrı olarak belirlenmiştir3
Buna benzer bir ayırımın Kayseri'de de olduğunu, Evliya Çelebi'nin seyahatnamesinde görmekteyiz.
“Büyükleri; saya, samur, zerduva, tilki boğazı, sincap kürk giyip, atlastan kaftan biçtirirler. Orta halli olanları; Üsküdar ve Londra çukası, boğasi kaftan giyerler. Karıları sivri takke giyip üzerine ezar bürürler4.”
Ayrıca Mir'at-ı Kayseriyye'de yöremizin giyim kuşamıyla ilgili güzel bir örneğe rastlamaktayız.
Cebeci Bayraktarı Sarımsaklı (Bünyan) Ahmed Ağa 1730 yılı şark seferine katılmış. Bu dönemde Patrona Halil ayaklanmasına katılan Kayserili Kulaksız Hüseyin'de Ahmed Ağa'nın bayrağı altında sefere katıldığı için İstanbul'dan soruşturma için gelen memurlar, bu zatı bulamayarak mallarını zaptedip satın almışlardır. Daha sonra bu mallar açık artırma ile satılmış. Bu mallar ve giysiler aşağıda çıkartılmıştır.
Aynalı kebir (büyük) bıçak-Def'a aynalı sagir (küçük) bıçak-Kırmızı sim düğmeli Ağa nimteni (mintan)-Fıstığı mercan düğmeli Ağa nimteni-Mai salcı nimteni-Kırmızı şal-Mor şal-Zümrüdi şal-Beyaz fes-Duhan çubuğu (ağızlık)-Fıstığı sim şeritli salcı nimteni-Müstemel çuha piyade şalvarı-Hurç heybesi-beyaz kabzalı kılıç-Kırmızı çuhaya kaplı nâfe, kantuş kürk-Karabina-Mai çuhaya kaplı kürk ile teymur koparan-Mai mercan düğmeli bağar yeleği-Mai çuha şalvar-Atlı şalvarı köhne-Camuz ineği (manda)-İzmir bıçağı.
Yukarıda anlattığımız iklim şartları, iş durumları ve sosyal şartlar ilgili özellikler, yöremizde de pek farklı değildir. Günümüze kadar geçmişin bütün özelliklerini korumuş, günümüzde de bazı köylerimizde halâ bu geleneği devam ettiren insanlarımız vardır. Yaşlı olan insanların farklı, genç olan yeni evli insanların farklı veya bekar olan insanların farlı giyinmeleri ve içlerinde bulundukları durumları giysilerle belli etmeleri, folklorumuzun bir zenginliğidir. Yeni evlenen bir kadının baş örtüsünün rengi, bağlama şekli ya da bekar bir kızın, baş örtüsünün rengi, bağlama şekli bile farklıdır. Hamile olan bir kadının bu durumunu etrafında bulunan insanlara, başını değişik bir baş bağlaması ve baş örtüsünün rengiyle belli etmesi bile giyimin bir dilidir. Bu dil inançlarda da geçerlidir. Giyiminde kullandığı, aynanın nazarı önlediğine ve nazarı değecek olan kişiye geri gönderdiğine inanılır. Ayrıca ayna sağlık ve ferrahlık anlamına gelir. Giysiler üzerine nazardan korunmak amacıyla takılan nazarlık ve buna benzer daha birçok inançlarımız var.
Ahmet Özerdem, Karaözü folkloru ile ilgili kitabında6; bu yöremize ait giyim-kuşam üzerine günümüze kadar devam eden bir geleneği şu şekilde anlatmaktadır:
“Düğün hazırlığını daha çok oğlan evi yapardı. Geline kutnudan veyâ çuhadan sırmalı bir salta (yelek).İki adet üç etek. Ayağına ayakkabı (yemeni, kesik, kundura). Topuğuna kadar uzanan en güzel kutnu ya da pazenden astarlı “don” (tuman). Dört metreden çubuk çubuk astarlı , astarına kaput ya da basma geçirilen “makaslı” üç etek, Sivas tiresi’ de denir. Elden dokuma yün bir önlük. Beline elden dokuma kuşak. Başına poşu. Fes (poşu fesin üzerine bağlanır). Koluna iki yüzlü , bir yüzü al, öbürü mavi basmadan yapılmış “kolçak” yaptırılırdı”
Gelin giyimini bu şekilde tanıtan Özerdem, damat giyimini de şu şekilde tanıtmaktadır.
“Gelin iki çift çetik, iki çift dizleme (diz kapağa kadar uzanan çorap), iki “işlik” (gömlek), iki paçalı don, iki köynek dikerdi. Bunlar “bey” (damat) ve “sağdıç” güreş günü harmana çıkmadan önce banyo yaptırıldıktan sonra giydirilirdi.”
Tüm yukarıda belirttiğimiz giyim konularının dışında yöremizde bölgeler ve topluluklar arasındaki farklar da, giyim-kuşama yansımaktadır. Uzunyayla havalisinde yaşayan Çerkezler ile yine Pınarbaşı’nın Pazarören havalisinde yaşayan Avşarlar arasındaki giyim-kuşam, topluluklar arasındaki giyim-kuşama en güzel örnektir. Yine bölgeler arasındaki farklarda giyim–kuşama yansımaktadır. Sarız ilçesinin köyleri ile İncesu ilçesinin köyleri arasındaki giyimi inceleyecek olursak, bu farkı açıkça görürüz.
2-HALK OYUNLARINDA GİYİM-KUŞAM
Halk oyunları deyince, yörenin bütün kültürünü yansıtan mimik ve oyun hareketlerinin yanı sıra, günümüzde oyuncunun giydiği giysinin de geçmişin bütün özelliklerini yansıtması gerekir. Giysi deyip geçmemek lazım. Ne yazık ki yöremizde halk oyunları giysileri, yöremizin geçmişini tam olarak temsil etmemektedir. Her kurum, kuruluş ya da kişiler, oyuncuya giysi giydirirken, o giysinin o yöreye ait olup olmadığına bakmıyor. Kendince yakışanı veyâ başka yörelerde gördüğü süslü, görünümü güzel giysileri, Kayseri yöresine mal etmeye çalışıyor. Bizce bütün bunların sebebi; halk oyunlarıyla uğraşan kurum kuruluş ve kişilerin bir araya gelip, araştırma yaparak bir yöre giysisi ortaya koymamasından kaynaklanıyor. Yalnız geçtiğimiz yıllarda Milli Eğitim Bakanlığının bu konuda bir arşiv belgesi istemesi ciddi bir adım oldu. Konuyla ilgilenmeyen sıradan bir insan bile, iki veya üç halk oyunları ekibi seyrettiği zaman, her izlediği ekibin giysilerinin farklı olduğunu dile getiriyor. Umarız bundan sonra ciddi bir çalışma ile bu konudaki sorunlar giderilir.
Gelişen dünyanın getirdiği evrenselleşme artık günümüzde bütün bu yukarıda saydığımız özelliklerin yok olmasına neden olmaktadır. Bizlere düşen görev halk oyunlarımızla birlikte yaşayan giyim kuşamımıza daha da sıkı sarılmaktır.
Sizlere aşağıda vereceğimiz yöre giysileri ile ilgili bilgi, Milli Eğitim Bakanlığının, Kayseri yöresinin, halk oyunları ve giysileriyle ilgili istemiş olduğu arşiv belgesi oluşturulması amacıyla kurulmuş olan komisyondan alınmıştır7.
3-KADIN GİYSİLERİ
1-Başa Giyilenler: Fes, Gümüş tepelik ve üzerinde Gazi (altın) dizmesi, Poşu, Pullu yazma, Yanlık (ayaklı altın), Saç örgüsü (belik) boncuklu.
2-Sırta Giyilenler: Gömlek (işlemeli hakim yaka, kol ağızları da işlemeli), Üç etek (kutnu, çiçekli kadife, çuha), Dolama etek, Cepken, Şal kuşak, Şalvar, Hırka, Salta, Entari, Bindallı, Yelek (kuşlu, aynalı ve işlemeli), Önlük (cicim dokumalı kilim, Könçek adı verilen şalvar, Arkalık (Bazı yörelerimizde iş görülürken kolçakta kullanılmaktadır.)
3-Ayağa Giyilenler: Yün çorap (kendinde nakışlı), Potin, Kundura ve Yemeni.
4-Takılar: Küpe (Altın ve gümüş), Fese Gazi dizmeleri, Gümüş kemer, Gümüş toka, Gümüş bilezik.
5-Süsleme: Allık, Sürme, Kına yakma
4-ERKEK GİYSİLERİ
1-Başa Giyilenler: Fes, Poşi (beyaz), Papak (Keçi tiftiğinden yapılan)
2-Sırta Giyilenler: Hakim yaka gömlek (beyaz patıska), Diril gömlek (buna işlikte denir), Camedan (kollu kolsuz), Sako (ceket), Cepken, Meşlek (sıma nakışlı), Trablus kuşak, Şalvar (Kumaş ve çuhadan dolama şalvar), Yelek
3-Ayağa Giyilenler: Kundura, Yemeni, Çarık, Dizleme, Yün çorap (kendinden nakışlı).
4-Aksesuar: Çevre, Gayretlik, Gümüş Kemer, Mendil, Köstek, Fişeklik
5-YÖRESEL GİYSİLERİN TANIMI VE YÖRE AĞITLARDAKİ YERİ
Günümüzde bazı köylerimizde, yukarıda verdiğimiz giyim kuşama bezer şekillerde giyinen insanlarımıza rastlamak mümkündür.
Yöremizde giyilen bu elbiselerin giyiliş şekli, süslemeleri ve kullanılış amaçları hakkında; Kayseri yöresine ait ağıtlar yardımı ile de kısa bilgiler vermek istiyoruz.
İşlik (İçlik): İçe giyilen iç giysisidir. Türkler İçe giyilen elbiseler için "işlik" tabirini kullanırken dışa giyilen elbiselerine "don", "taşkı ton=dışa giyilen don8" tabirini kullanmışlardır. Hatta bu tabirin günümüzde dahi kullanıldığını görüyoruz. Aşağıdaki ağıtlarda kullanılan "don" kelimesi buna en güzel örnektir.
Maraş'tan aldım donunu
Görmedi baba gününü
Geri dönün siz hanımlar
Görem gızımın tenini9.
Emineme derler kemik veremi
Yunduğunda dayısının öranı
Her ana doğurur mu Eminem gibi ceranı
Eminem Eminem gelin Eminem
Gelinlik donunu gey de salın Eminem10.
İşlik, bayanlarda sırttan yarı, erkeklerde de önden tam düğmeli bir çeşit gömlektir. Yakasız ve uzun kollu, kol ağzı bileksizdir. Değişik renklerde olabilir.
Sarıkamış altın bulak
Suvanlı'yı biz ne bilek
Bizim uşak kıytık gezer
Ağ işlikte, kara yelek11
Tokalıdan işlik giymiş
Öznesin oğlum öznesin
Anşe bana darılıyor
Ben anayım sen dezzesin12
Göynek-Köynek-Gömlek: Buna "İşlik" adı da verilir. Uzun kollu, yuvarlak yakalıdır. Erkeklerin giydiği gömleklerin önü boydan düğmeli olmakla beraber, bayanların gömlekleri sırttan veya önden bir kaç düğmeli olabilmektedir. Gömlekler, genelde hakim yaka olup, düz yakasız olanı da mevcuttur. Yaka kısımları ile önde açık olan kısımları, sim ve iğne oyasıyla süslüdür. Gömleklerin kadınlarda da erkeklerde de boy hizası kalçaya kadardır.
Kadınlarda üç etek entarilerin altına giyilen gömleklerin işlemeli kol ağızları ve yaka kenarları entari içerisinden görülecek şekildedir.
Köy kadınlarında tokalı denilen patiskadan yapılmış yuvarlak yakalı göğüsleri işlemeli gömlekler çok görülür. Arkadan düğmeli ön göğüs kısımları pensli "Nervür" denilen baskılı süsleme vardır.
Saba ulu bayram günü
Kurbanını kesen olmaz
Güvenme kadan' alıyım
El yetime köynek olmaz13.
Yelek: İçlik veya gömlek üzerine giyilir. Kolsuz, düğmeli veya düğmesiz olabilir. Kayseri'de genelde önden üç, dört düğmeli kol kenarları ile boyun ve alt kısmı sırma işlemelidir. Ön kısmında iki veya üç cep bulunur. İç kısmı genelde astarlıdır. Ön kısmı düğmelere kadar "V" şeklinde olup düğme kenarları da sırma işlemelidir. Genelde erkekler tarafından kullanılır.
Ona yıldırım düşünce
Yağmur yağmış gölek gölek
Bakın hele emmileri
Ağlı işlik gara yelek14.
A İşlik de kara yelek
Gökçek kızımın örneği
Kızlara kurban oluyum
Yurtluk kızların döneği15
Fes / Fers: Anadolu’da, Cumhuriyetten önce kavuğun yerini alarak askeriye de kullanılmaya başlanan ve halk arasında yaygınlaşan fes, yöremizde daha çok erkeklerde sivri kalıp, bayanlarda düz fes şeklinde giyilmiş olup; genelde bordo renklidir. Ülkemize XVI. asırdan sonra Fas' tan gelerek giyimde yer edinmiştir, ve adını da buradan almıştır. Dikişsiz olarak keçeden yapılanları çıktığı için eski giyimin yerini kolaylıkla almıştır. Sarıklı veya sarısız olarak kullanılabilir. Erkekler de üzerine beyaz, kimi zaman renkli poşu (sarık) dolanarak kullanılır. Bağlanan bu sarık yandan bağlanarak uç kısımları kulağa doğru sarkıtılır. Bayanlarda ise üzerine tepelik konularak bir yazma ile örtülür ve üzerine değişik renklerde iki poşu dolanarak bağlanır. Kayseri'nin kimi yörelerinde fes'e "fers" adı da verilmektedir.
Kadınlarda, başa giyilen feslerin alın kısmına gelen yerin kenarlarına, daha çok genç kız ve gelinlerde altın dizilir. Dizilen bu altınlar, genç kızların zülüfleri ile karışarak ortaya hoş bir görüntü çıkar.
Hasan gitti, Çerkez gitti
Kalan ederler barışık
Ağla sunamın gelini
Altın zülüfe karışık16
Kimi zaman bazıları, fes yerine 3-4 parmak genişliğinde mukavvadan yapılmış "eropçin" giyerler.
Hele Osman'ım deli Osman'ım
Dini ayrı gavurlar ağlar
Gara kekil mor fesine
Gülgülü kefiye bağlar 17
Farı deli gönlüm farı
Kadanı alıyım karı
Seninde oğlun varıdı
Fes gülgülü, yağlık sarı18
Tepelik: Yöremizde genelde Sarıoğlan, Pınarbaşı, sarız taraflarında rastlanan bir çeşit başlıktır. Gümüş olabildiği gibi, kenarlarına altın, gümüş paralar ve bazı değerli taşlarda takılmaktadır. Tepelik fes üzerine bir poşu ile bağlanarak süsleme amaçlı kullanılır. Gümüş tepelikleri daha çok zenginler giyerken, fakir olanlar çok ince tahtadan tepelik yaparlar.
Poşu (Sarık) : Bir metreye yakın kare şeklinde kenarları püsküllü, desenli, ipek, yün ve pamuktan dokunmuş türleri bulunan poşu; baş bağlamada kullanılır. Güneydoğu bölgemizde daha çok erkeklerin de kullandığı poşu, Kayseri'de daha çok fes üzerine bağlamak amacıyla kullanılır. Kadınlarda renkli erkeklerde ise fes üzerine sarılan poşu genelde sade (desensiz) ve beyazdır. Özenli bir şekilde oklava şeklinde sarılarak başa bağlanır.
Döndü'ye kurban oluyum Kadan' alıyım Fadime
Döndüm geldi kırcıyınan Anan kurban ben de kurban
Döndü’ye beklik takarım Yüzüne poşumu örttüm
Ucu telli poçuyunan19 Üstüne bürüdüm yorgan20
Bünyan’a ait Navruz gelin türküsünde ise poşu şu şekilde geçmektedir.
Poşunu eğdirmişsin
Kaşına değdirmişsin
Pek de güzel değilsin
Gendini sevdirmişsin
Yazma-Yağlık: Kimi yörelerimizde yazmaya yağlık adı da verilir. Kare şeklinde kenarları renkli pullarla örülmüş, basma desenli bir baş örtüsüdür. Fes üzerine bağlanarak veya fessiz bağlanarak kullanılır. Kenarları iğne oyalı veya tığ oyalı yazmalarda mevcuttur. Gündelik baş bağlamak amacıyla kullanılır. Sarıoğlan'a bağlı bazı köylerde baş üzerinden bağlanan ve ayaklara kadar uzanan bir yazmanın üzerine tekrar ikinci bir yazma başa dolanarak bağlanır, üzerinden bir poşu sarılır. Arkadan sallanan yazma ise önlük kuşağı ile bağlanır. Burada kullanılan baş örtüleri daha çok sade ve siyah olmakla beraber yaşlı kadınlar tarafından daha çok kullanılır.
Yemen'in de ardı dağlar
Yağlığını kıvrak bağlar
Koyurun da Musa'm gelsin
Yemen de oturan beyler21.
Yapık: Kadınlarda başa bağlanan baş örtüsüdür. Bünyan köylerinde daha çok kullanılır. Renkli ve beyaz olanları vardır. Kenarları genellikle çiçek işlemelidir.
Yaşmak: Düz beyaz baş örtüsüdür. Kenarları pullu ve oyalıdır.
Benim oğlum ergen öldü
Gönlüm hep daş lı kayalı
Dokuz gız gelin ederim
Başları pullu oyalı21.
Kefiye: Sarı, mor renkli kendinden işlemeli ve desenlidir. Yazmadan daha geniştir. Yaşlı kadınlar daha çok kullanırlar.
Mor kefiye boyamadım
Ben çobana doyamadım
Hep kuşlarla yuva yapar
Bir kuş kadar olamadım
Cepken: Çuha, ipek atlas ve kadife kumaşlardan yapılan, kollu ve kolları sarkık bir durumda, yırtmaçlı, gümüş sim ve sarı simle süslenmiş yakasız bir kıyafettir. Önü iliklenmeden giyilir. Bel kısmı kısadır. Bel kısmının kısa olmasının amacı bele sarılan kuşağı göstermektir. Gündelik olarak giyilenler olduğu gibi özel günlerde de giyilenleri mevcuttur.
Cemedan: Çapraz düğmeli, kısa kollu, önü kapalı, üstü sırma veya ipekle işlenmiş bir çeşit kısa yelektir. Eskiden potur ve şalvarın üstüne giyilirdi.
A işlik kara cemeden
Kim var bunun boyağında
Çoban olup dana gütsem
Çördüklü'nün koyağında23
Meşlek: Erkek giyiminde, cepkenlerin bol nakışlı olanlarına verilen isimdir.
Şal: Kadınların omuzlarını örtmekte kullandıkları uçları püsküllü, genelde çizgi desenli bir tür dokuma atkıdır. Bünyan ve çevresinde sıkça kullanılmaktadır. Halk oyunlarında pek kullanılmaz. Desen ve biçim olarak şala benzeyen kuşaklarda mevcuttur. Güneydoğu bölgemizde (Gaziantep gibi) bu tür kuşaklar aynı zamanda sıcaklardan korunmak amacıyla başa da örtülebilmektedir.
Şalvar: Prof. Dr. Bahaeddin Ögel, Türklerin savaşçı bir millet olması ve ata binmesi nedeniyle, Türklerde pantolon giymenin bir gelenek olduğunu ve Hunlar’dan önce pantolon olmadığını belirtiyor24. Zamanla giyilen bu pantolonlar kullanım şartlarına ve iklim şartlarına göre değişmiş hele Anadolu gibi dört mevsimin bir arada yaşandığı ülkemizde bu iklimlerin etkisi ile daha geniş bir yelpazede yer alarak bölge bölge ayrımlara uğramıştır. Adana gibi sıcak bir iklimde bacakları sarmayan bol paça şalvarlar tercih edilirken, Erzurum gibi soğuk bir iklime sahip olan yerlerde bacakları sıkı sıkıya saran zıvgalar tercih sebebi olmuştur. Kayseri gibi İç Anadolu bölgesinde yer alan bir iklimde ise, bacaklarda biraz daha bol duran ve paça arası Adana’daki gibi daha geniş olmayan türler tercih edilmiştir.
Genellikle şalvarların ağları bol olduğu halde yöremizde soğuk iklimlerde giyilen şalvarla da olduğu gibi ağı çok bol değildir. Kadın giyiminde lastikli olan şalvar, erkek giyiminde bele uçkurla bağlanır, yan tarafları çizgi halinde sırma işlemelidir. Kadın giyiminde ise şalvar pazen, basma, çuha gibi kumaşlardan çeşitli renk ve desenlerde ve nakışsızdır. Erkek giyiminde rengi genelde siyah olduğu gibi değişik renkleri de mevcuttur. Erkek giyiminde şalvarlar düz potur veya elifi şalvar şeklindedir.
Gara şalvar bacağında
Yaşar güccük gucağında
Hemen bekle Arife Bacı
Bıdıkların Ocağında25
Çuha şalvar bacağında
Hacı Osmanı gucağında
Böyle yiğit türemedi
Şu Ayanlı ocağında26
Sarıoğlan ve Akkışla gibi ilçelerimizde yaşayan Türkmen erkekleri ve kadınları, eskiden kendi el tezgâhlarında dokudukları “doğnuk” adı verilen bir tür şalvar giymekte idiler, fakat bu gelenekte artık kaybolmaya yüz tutmuştur. .
Hırka: Önden düğmeli, yakasız, kollu veya kolsuz olabildiği gibi kısa ve uzun (dervişlerin giydiği üst giysisi) olanları da mevcuttur. Bazı hırkalarda nakışta görülebilir. Eski zamanlarda çoğunlukla yünden örülmüş üst giysisi olarak bilinen hırka, artık günümüzde nadir olarak yün kullanılarak örülmektedir.
Salta: Bir tür kısa cekettir. Yakasız, iliksiz, kolları bolcadır. Kadife veya ipek atlas kumaştan yapılır. Kol kenarlarına tek motif yerleştirilirken, kol ağzı açık ve yırtmaçlıdır. Ön ve arka kısmı gümüş sim veya sarı simle tamamen kabartma bir motifle işlenmiş olanları mevcuttur. Özel günlerde taze gelinler tarafından kullanılan bir giysidir. Daha çok entari üzerine giyilir.
Çuha seko, sırma salta
Sallan babamoğlu sallan
Köyler imtihan oluyor
Dillen babamoğlu dillen27
Sako: Erkeklerin giydiği bir tür uzun cekettir. Pınarbaşı, Sarız yörelerinde Avşarlar çok giyerler. Çuha kumaştan yapılanları gözdedir. Avşarlar arasında "seko" adıyla bilinir. Ceketten biraz uzundur ve dize kadar uzanır. Setre pantolon üzerine giyilir, günümüzdeki cekete nazaran daha geniş, bol ve cepsizdir. Nişan, düğün, bayram gibi günlerde giyilir ve koyu renk kumaştan yapılanlar revaçtadır.
Ağlı zıbın sarı seko
Donu benziyor nergize
Unutma ha babamoğlu
Selam gönder güccük kıza28.
Entari-Antari: Tek parça bir kadın elbisesidir. Pazen, kutnu, basma, kadife ve meydanî Şam adı verilen kumaşlardan oluşan, uzun kollu, önden veya sırttan iki üç düğmelidir. Günlük elbise olarak kullanılır. Etek kısmı genelde diz altına kadardır. Omuzlar penslidir.
Şehir merkezinde kadifeden yapılmış olanlar yaygındır. Mor, al, fıstığı denilen renkler yaygındır ve çoğunlukla sim işlidir.
Köylerde ise basma, pazen, patiska kumaşlardan dikilmiş olan entariler yaygındır. Genç kızlar, "grepdüşen" adı verilen kumaştan entariler giyerler. Entarilerin ikisinin de beraber üst üste giyildiği göze çarpar.
Entarilerin boyun kısımları, köylerde oval, şehir merkezinde "V" şeklindedir.
Kimi entariler, soğuğa dayanıklı olması amacıyla astarlıdır.
Al antari arhasında
Döner evin ortasında
Ne dedidin gelin Hacca
Şo oğlanın okesinde29
Bindallı: Aynı entari gibi tek parçadan oluşur. Anadolu ve yöremizde genellikle mor veya kırmızı kadife üzerine yaka kenarları ince su işlemeli, kol ve beden kısmı ise sarı sim ile kabartma işlemeli dal, yaprak ve çiçek motiflerinden oluşur. Kolları bolcadır. Etek kısmı ayaklara kadar uzanır. Özel günlerde giyilir.
Önlük: Günümüzde halk oyunları ekiplerinde daha çok, cicim dokumalı kilim olanlarına rastladığımız önlük, gündelik olarak, Anadolu’da ve yöremizde iş görürken, elbiselerin kirlenmemesi için belden aşağıya (diz kapak altı veya ayaklara kadar) bağlanan bir örtüdür. Renkleri genelde koyudur. Kumaş olarak kullanılanların kenar kısımları sırma işlemeli, ön kısmında bir kaç küçük desen ile küçük bir cep yer alır. Kilim olarak kullanılanlarda küçük filiklerin (Başı bağlandılar) yer alması kullanan kişinin nişanlı olduğunu gösterir. Kayseri de kullanılan kilim dokumaların motifleri köşeli geometrik desenlerden oluşmaktadır.
Gardaşı vurdum ganıya
Düştüm ganının özüne
Yolda yorgan bulamadım
Önüğüm öttüm yüzüne30
Sarıoğlan ve Akkışla ilçelerinde yaşayan Türkmen kadınlarının önlerine bağladıkları, bir tür kırmızı veya mavi önlüklere “dolama” adı verilmektedir.
Arkalık: Aynı önlük gibi belden aşağıya bağlanarak kullanılan arkalık, elbiselerde bulunan yırtmacı örtmek veya yere oturulduğu zaman elbiselerin kirlenmesini önlemek amacıyla kullanılır. Daha çok kilim olanları kullanılır.
Dolama etek: Eski zamanlarda daha çok kutnu kumaşlardan yapılan dolama etek, günümüzde pazen ve basma kumaşa dönüşmüştür. 3 - 4 metre genişliğinde olur. Etek şeklinde giyilir ve etek kısımları bele dolanarak üzerine kuşak bağlanır.
Dolamanın bağın' taktım
Kaldırdım boyuna baktım
Alişir'in anas' ölmüş
Gayri ben Allah'tan korktum31
Üçetek: Günümüzde kullanımdan hemen hemen kalkmış olan üçetek daha çok halk oyunları ekipleri tarafından kullanılmaktadır. Normalde tek parça olup, etek kısmı üç parçaya ayrıldığı için üç etek ismini almıştır. Yakası "V" biçiminde olup, ön kısmı tamamen açıktır. Bir kemer veya kuşak yardımıyla ön kısmı kavuşturularak kapatılır. Etek boyu ayaklara kadardır. Etek parçalarının biri arkada ikisi de önde yer alır. Gömlek ve şalvar üzerine giyilen üç eteğin önde bulunan iki parçası katlanarak kemer veya kuşak altına sıkıştırılarak kullanılabildiği gibi, katlanmadan da kullanılabilir.
Işıkdağı kar yatağı
Binboğa sümbül biteği
Ahmet okumaya gitmiş
Üçürdüm bağla eteği32
Yöremizde daha çok çuha, kadife ve kutnu kumaştan yapılan üç eteğin diğer bölgelerde, ipek atlas, şitari, altıparmak, ve canfes kumaşlardan yapılanları mevcuttur. Daha çok koyu renkler tercih edilirken, bu renkler mor, vişne çürüğü, kömür siyahı gibi renklerden oluşmaktadır. Genelde içi, tamamen kırmızı veyâ mor bir astar kumaşla kaplıdır. Kol ve yaka kenarları ile etek kenarları sırma yada ipek işlemeli olabilir.
Osmanlı saraylarında, cariyelerle kalfalarında giydiği üç eteğin dilim sayısı Abdülmecit döneminde ikiye indirilmiştir. Anadolu’nun bazı yörelerinde özellikle Türkmen kadınları tarafından bugün de kullanılmaktadır. Ege bölgesi Türkmenlerinin giydiği deyre de bir tür üç etektir. Deyre’nin arka dilimi biraz daha geniştir ve topuğa kadar iner; ön dilimleriyse diz kapağının üzerinde kalır.
Misso: Genelde eteklerin altına giyilen ince yünden tığ ile örülen
Kadın giysisidir. Bünyan’da buna “miso” adı verilmektedir.
Potin-Kundura-Postal-Çarık: Günümüzde daha çok kundura olarak elde üretilen, ya da tezgâhlarda bazen el değmeden üretilen ayakkabıların, geçmişte yemeni, postal, çarık, dolak (bir tür çarık) olarak kullanılanları artık pek kullanılmamaktadır. Daha çok halk oyunları ekiplerinde rastladığımız bu ayakkabılar, geçmişte basitçe bazı hayvanların gönlerinden yapılarak kullanılmaktaydı. Daha çok inek ve camız gönünden yapılan bu postal ve yemenilerin nakışlı olanlarını, daha çok zenginler ve devlet adamları giymekteydi.
Postal veya yemeni olarak yapılacak gönler; 2 - 3 gün suda bekletilir daha sonra bu bekleyen gönler mumlu iplikle dikilir, dikilen gönler bir değnek yardımı ile içe geçirilerek döndürülür. Döndürüldükten sonra kalıba konur, kuruduktan sonra kalıptan çıkartılır ve kullanıma sunulur. Nakışlı postal ve yemeni günümüzde halâ Maraş, Antep ve Silifke yörelerinde yapılmaktadır. Tabaklanmamış sığır derisinden yapılan çarık ise, üst kenar deliklerine geçirilen deri şeritle ayak bileklerine sıkıca bağlanarak kullanılır.
Ayağında sarı kesik Şura değil bura değil
Çekedi söğüde asık Çarık giyim de arayım
Çağırdımda seslenmiyor Gardaşın saçı dolaşmış
Yedi benlim bana küsük34. Tarak verin de tarayım35
İhtiyarların daha çok papuç veya mest giydikleri dönemde gençler ise fotin adı verilen, çizme şeklinde uzun deriden yapılmış ayakkabılar giyerlerdi. Gene bu dönemde, ökçesi kabara çivili çizmeyi andıran çizmeden kısa sivri burunlu, düğünlerde gelinlerin ve genç kızların giydiği galice potin36 mevcuttu.
Körüklü çizme giyer de Ayağına çizme giymiş
Söz anlatırdı valiye Yürürken yerler yarılır
Babamın yerine koydum Avlunun kapısın' örtün
Kurban oluyum Ali'ye37 Görür de bize darılır38
Yöremizde, Ucu sivri ve topuklu olan yaylı potin, kalın siyah lastiğin içinde erkekler tarafından giyilen mest lastik ve ökçeli mest gibi olup, daha çok ihtiyarların, eskiden mest üzerine giydikler altı yumuşak meşinden veya köseleden , yanları içten dikişli, geniş ağızlı, kısa ve bol konçlu ayakkabılar ile, kadınlara mahsus bir papuç olan ve lapçin, edik veya çedik adı verilen ayakkabılar da mevcuttu. Artık bunları günümüzde azda olsa ihtiyarlar hala giymektedirler.
Edik giyer içi mesli
Gelini yok durna sesli
Horasan'dan söküp gelme
Ocak zade bunun adı39
Fişeklik-Gayretlik: Düşmanla mücadelenin bir simgesi olan fişeklik ve gayretlik, Azeri ve Artvin giysilerinin üzerinde, fişeklik olarak daha çok karşımıza çıkmaktadır. Günümüzde de hala bu giysilerde kendini gösteren fişeklik, yöremizde eski zamanlarda kullanılmasına karşın günümüzde halk oyunları giysilerinde de olsa kullanılmamaktadır. Eski zamanlarda daha çok Bünyan ve Pınarbaşı'nda gayretlik ile birlikte rastladığımız fişeklik, üzerine tüfek ve tabanca fişekleri geçirilip bele asılarak veya omuzdan bele çapraz geçirilerek kullanılırdı. Gayretlik ise beyaz bir kumaştan bele dolanarak, "altıpatlar" adı verilen tabanca ve hançer takmak amacılıyla kullanılan bir tür kuşaktır. Ayrıca erkekler üzerlerinde sürekli olarak köstek ve kapaklı "demiryolları saati" bulundururlar, bunu da kösteğin zincirini yeleğin bir tarafından öbür tarafına doğru yay şeklinde sallandırarak kullanırlar, saati ise yelek ceplerine sokarlardı. Kimi zaman bu saatlerinde deri veya kumaştan özel kılıfları bulunurdu.
Altıpatla gümüş saat Hep kırılın Çördüklüler
Direkte asılı kaldı Bizim oda yaslanıyor
Düğün asbabını kestirdim Altıpatlar, gümüş saat
Sandıkta basılı kaldı40. Eşim yok da paslanıyor41.
Mendil (Çevre): Küçük kare şeklinde kenarları sırma veya tığ oyası işlemeli, üzerinde küçük iğne oyası desenleri bulunan aksesuarlardandır. Erkek giysilerinden, yelek veya cepkenin göğüs ceplerine uç kısmı dışarıdan görülecek şekilde katlanarak konur. Erkeklerde kullanılan çevrenin süslemesi ve nakışları az olur. Renk beyazdır. Kadınlarda ise değişik renklerde olabilir. Günümüzde halk oyunlarında erkek oyuncuların göğüs cebinde yer alan mendil, aynı zamanda oyuncuların ellerinde tül mendil şeklinde yer almaktadır.
Halayın başında durur
Mendilini sallar şöyle
Kalk pehlivan gidek dedim
Gurubelde soğuk yayla42.
Kolçak: günlük olarak giyilen elbiselerin, kollarının kirlenmemesi amacıyla genelde koyu renklerden dikilen iki ucu da lastikli bir giysidir. Daha çok Avşar köylerinde kullanılır.
Ağ golçak giyer goluna
Ne güzel sağardı koyun
Yarın bahar gelincaz
O zaman oynarım oyun
Bürüncük-Bürük-Çar: Aslında kadın baş örtüsü olarak bilinen bürüncük, halk arasıda çarşaf olarak ta bilinmektedir. Bürüncük kadınlar tarafından sokağa çıkarken örtünmek amacıyla kullanılır. Ham ipek ve atlas kumaştan, çok geniş bir şekilde dokunur. Eskiden daha çok kare makarna şeklinde desenlere sahip açık renklerde olanları kullanılmakta idi.
Köstek: Bütün yörelerde karşımıza çıkmasına rağmen, zengin bir folklora sahip olan Bünyan yöresinde halk oyunları giysilerinde belirgin olarak gördüğümüz köstek saat, kılıç ve anahtar gibi şeylerin ucuna takılan bir zincirdir.
Belik: Süsleme amacıyla kullanılan belik; siyah orlon veya yünden Saç şeklinde örülerek saçları uzun göstermek amacıyla kullanılır. Aralarına veya uçlarına değişik renklerde boncuklar konur. Daha çok Avşar köylerinde kullanılır.
Dizleme Çorap: Diz kapağına kadar olan yünden örülme, kendinden nakışlı bir çorap. Genelde kışın giyilir. Yöremizde daha çok beyaz yünden örülen çorap, örülürken aralarına çeşitli renklerde yün ip karıştırılarak desen oluşturulur. Pınarbaşı, Sarız, Tomarza gibi yörelerde daha çok rastlanmaktadır.
Tuman: Eskiden diz donu da denilen bir çeşit külottur. Yarım şalvar biçiminde olup paçaları daha çok dize kadar uzanır. Diz altı olanları da mevcut olup paça kısmı bağcıklı veya lastiklidir. Kumaşı patiska veyâ bezden olup daha çok kadınlar tarafından giyilmektedir.
Kuşak: Bele sarılarak dolanan, kare şeklinde kilim desenli, uçları püsküllü olabildiği gibi, sade renklerde, 20 - 25 cm' eninde , 1.5 - 2 m boyunda bele dolanarak kullanılan ve “Trablus kuşağı” adı verilen çeşitleri de mevcuttur. Trablus kuşakları bele 4-5 kez dolanarak çok sıkı bir şekilde bağlanarak kullanılmaktadır. Erkeklerde değişik bir görünüm sağlayan kuşakların arasına, para kesesi, tütün ve sigara takımı, tespih, kama ve mendil vs.. gibi sık kullanılan araç gereçler konulur.
Yürüyün Avşar uşağı
Dığrak bağlayın guşağı
Kürdün obasında yatar
Yok mu anayın döşşeği44.
Kadın Takılar: Gündelik giysilerle olsun, sokak kıyafetleriyle veya bayramlık kıyafetlerle olsun, kadınların kullanmaktan vazgeçmedikleri aksesuarlardır. Her dönemde kadınları güzel gösteren eşyalar olmuşlardır. İnci, altın, gümüş gibi madenlerden oluşan ziynet eşyaları, oldukça çok çeşide sahiptirler. Özellikle bu ziynet eşyaları, kadın baş süslerinde daha çok yer almıştır. Fesin kenar kısımlarını süsleyen gazi dizmeleri kullanılmış. Kişilerin maddi durumlarına göre, genelde gümüş tepelik, çok zenginlerde altın tepelik, fakirlerde tahta tepelik kullanılmıştır. Bu tepeliği süsleyen yanlıklar, şakakların üzerine takılan, salkım saçak ayakları olan, üzerine gazi adı verilen şerit halinde altınlar takılan ayaklı ve ayakların üzerine takılan köşe adı verilen altınlar yer almıştır. Kulaklarda küpe, boyunlarda beşi bir yerde, fişeklik, inci gerdanlık, Mahmudiye, Reşadiye, boylama altun dizmeleri, parmaklarda yüzük, kollarda, Kayseri burması, gümüş bilezik, cıncık bilezik (fakirler), bellerde; zenginler altın kemer veya gümüş kemer, fakirler işli kemer, giysiler üzerinde ise altın, gümüş, inci, pırlanta ve renkli taşlarla süslenmiş iğneler kullanmışlardır.
Şu ayaklı, şu da köşe Ne keleş yakışır başa
Ne keleş yakışır başa, Ayaklıda köşeyinen
Ha mevzinin içine al Böyle durduğuma bakma
Oğlu ölesice paşa45. Konuşuyom paşayınan46.
Hele beliğe beliğe
Sarı ayaklı al duluğa
Osman göçler gidedursun
Uğrayalım Datlıoluğa47
Kayseri de giyim kuşam, genelde bu şekilde belirlenmesine rağmen, Kayseri folklorunda kendisini zengin bir şekilde ortaya koyan Bünyan'da giyim kuşam belirgin olarak şu şekildedir.
Erkek Giyimi: Sivri kalıp Tunus fesi, üzerine yazma bağlanıyor. Ayakta; nakışlı çorap, çorabın üzerine sarı postal, mavi çuha şalvar veya doğnuk denilen yünlü şalvar. Sırtta; Yaka ve kolları işlemeli cepken demir koparan veya Maraş abası giyiliyor. Belde; Gayret kuşağı, silahlık (Meşin), bir tarafta altı patlar tabanca, bir tarafta gümüş kabzalı kama. Boğazda; kordonlu inen köstekli serkinof saat.
Kadın Giyimi: Ayakta; yemeni yada posteki üzerinde yün çorap (dizlik), üzerine miso (kısa etek), üzerine üçetek, üçetek üzerine yünden dokunan şal, şalın ucunda kozalı püsküller sallanır. Belden yukarı ise; libade denilen kollu yelek. Yeleğin altına içlik. Başta; fes, fesin üzerine yazma bağlanıyor. Feste Gazi denilen renkli boncuklar, altın, gümüş, inci gibi süsler bulunur48.
6-GİYİMDE KUMAŞLAR
Cumhuriyetimizin ilk yıllarında Halep şehrinden gelen giyim kumaşları, daha sonra ki yıllarda tüm Anadolu’da olduğu gibi Kayseri’de de sanayiinin gelişmesiyle azalmaya başlamış ve bir süre sonra tamamiyle durmuştur. Halep’ten gelen kumaşları, kutnu, kadife, ipek, krep düşen, pazen gibi kumaşlar oluştururken, köy yerlerinde tezgahlarda dokunan çuha kumaşlarda, Halep kumaşlarının yanında önemli bir şekilde yer almışlardır.
Kutnu: Arapça'da pamuk anlamına gelen "kutnu"nun Osmanlı Sarayındaki dokuma örnekleri ipek ile uygulanmıştır. Boyuna çizgili ve çeşitli renkli bir dokuma cinsidir. Çeşitli giysi formlarının oluşturulmasında kullanılmıştır. Halk tarafında daha çok tercih edilmiştir49.
Terkinizde gutnu kumaş
Ben gutnuyu nediciyim
Goyrun beni ası Kürtler
Ben anama gidiciyim50
Çuha: Çözgüsü ve atkısı yün yapağından eğrilmiş ipliklerden dokunan, havlı ve düz renkte tok bir kumaş çeşididir. XV. yüzyıl ortalarından itibaren Selanik ve Eğin'de dokunduğu bilinmektedir51.
Çuha şalvar dırnağında Bire Selver, bire Selver
Altın yüzük parmağında Sen öksüzsün Hak'ka yalvar
Böyle yiğit görülmemiş Eşim buhur gezdiriyor
Şu Ayanlı örneğinde52 Bacağında çuha şalvar53.
Kadife: Çözgüsü ve atkısı ipekten yapılan havlı kumaşlardır. Teknik, kullanıldığı yer, içerdiği malzemeler açısından pek çok çeşitleri bulunmaktadır54.
Düzüne sade, desenlisine münakkaş, çift zeminlisine çatma, altın veya gümüş tel kullanılanlarına da telli çatma adı verilmiştir55.
Şaphasının içi pempe Terazi vurur dartarım
Giymemiş sele serpe Yanıyom beni gurtarın
Gadifeden asbab almış Al kadife mevi çuha
Terzi diker gırpa gırpa56 Her kim giyerse yırtarım57
Atlas: İnce ipekten sık dokunmuş düz ve parlak bir kumaş cinsidir. Çoğunlukla kaftan yapımında, bazı kaftanların astar ile pervazlarında çakşır dikiminde kullanılmıştır. Atlas kumaşların değeri tel adedine ve dokunuş tekniğine göre değerlendirilmiştir. Bir grup atlas kumaşın üzeri dokunduktan sonra pres ile desenlendirilmiştir.
Atlas kumaşlar dokunuş tekniği ve desenine göre baskılı atlas, taraklı atlas gibi isimler almışlardır58.
Hele bana gelsin efe
Zubun atlas, şalvar çufa
Çerler alasıca kır at
Yıldız değniyor gafa59
Canfes: Düz mat renkli, ince, tek kat çözgü ve tek kat atkı ipliği ile hazırlanan bir kumaş cinsidir. Genellikle entarilerde astar ve pervaz kumaşı olarak kullanılmasına rağmen bir grup giysinin dikiminde de kullanılmıştır60.
Basma: Daha çok pamuktan dokunarak elde edilen kumaşın üzerine, baskı tekniği kullanarak çeşitli renk ve desenlerin oluşturulmasıyla elde edilen bir kumaş çeşididir.
Basma fistan kirlenirse
Paşta püskül fırlanırsa
Ya kimlere baba desin
Ağ bebeğin dillenirse
Kaynaklar:
1.Hasan Yüksel, “Kayseri Yöresinde Giyim Kuşam”, Erciyes, Y.23, S.274, Kayseri, Ekim 2000.
2. Kayseri Halk Oyunları-Giyim Kuşam-Köy Seyirlik Oyunları. Hasan Yüksel, Saim Deligöz, Bilge Han Deligöz.
3. S.Burhanettin Akbaş, Bünyan ve Yöresi Halk Edebiyatı Folklor ve Etnografyası, Kayseri, 1994
Akkışla Türkmen Kadınları
Akkışla Türkmen Kadınları
Akkışla Türkmen Kadınları
Akkışla Türkmen Kadınları
Akkışla Türkmen Kadınları
Akkışla Türkmen Kadınları
Akkışla Türkmen Kadınları
Akkışla Türkmen Kadınları
Akkışla Türkmen Kadınları Mavilim Adlı Oyunu Oynarken
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)